5 Şubat 2011 Cumartesi

UFO RESİMLERİ























Dünya'nın Benzeri Gezegen Uydurma mı?




Keşfi büyük heyecan uyandıran 'ilk Dünya benzeri gezegen'in aslında var olmayabileceği iddia edildi.Keşfi ay başında açıklanan ve ilk ‘yaşanabilir’ gezegen olduğu tahmin edilen Gliese581g’nin aslında bir ‘serap’ olabileceği iddia edildi.
HARPS (High Accuracy Radial velocity Planet Searcher) teleskobuyla çalışan astronomlardan Francesco Pepe, Uluslararası Astronomi Birliği sempozyumunda yaptığı konuşmada, son elde ettikleri veriler arasında söz konusu gezegene ait izlere rastlamadıklarını belirtti.

Gliese581g’nin var olduğuna kanıt gösterilen kısıtlı sinyallerin ‘çok eksik’ olduğunu iddia eden Pepe, bunların tek başına gezegenin varlığını kanıtlayamayacağını savundu. Pepe, “ancak verilerin zayıf olması, gezegenin var olmadığını da göstermez” diye konuştu.
Pepe, keşfi yapan Amerikalı gökbilimci Steven Vogt'tan gezegene ilişkin ayrıntılı bilgi istediğini, ancak Vogt'un bu bilgileri ne kendisine ne de diğer bilimcilere vermediğini de sözlerine ekledi.

Amerikalı gökbilimciler, 29 Eylül’de, ilk kez yaşam koşullarının oluşması açısından mükemmel koşullara sahip bir gezegen keşfettiklerini açıklamıştı.
Güneş Sistemi’nin dışında keşfedilen ve Gliese 581g kod adı verilen gezegenin, yıldızına ne çok uzak ne de çok yakın olduğu, bu nedenle yaşam koşullarının oluşması için gereken sıcaklıklara belli bölgelerde sahip olabileceği, bu özellikleriyle Dünya ile benzerlik gösterdiği açıklanmıştı.
California Üniversitesi'nden Steven Vogt, Dünya'ya çok benzeyen bir gezegeni bu denli çabuk bulabilmiş olmalarının, evrende bu tür çok sayıda gezegenin bulunduğuna işaret ettiğini söylemişti.

KAYNAK:   ntvmsnbc

RÜYA TABİRLERİ

RÜYA TABİRLERİ

RÜYA TABİRLERİ
http://www.sinir.org/haberresim/ruya%5B1%5D.jpg

A B C Ç D E F

G H I i J K L M

N O Ö P R S S

T U Ü V Y Z

AY'IN KARANLIK YÜZÜYLE İLGİLİ MÜTHİŞ İDDİA







Google Moon, Ay'da gizli üs keşfetti. NASA tarafından sağlanan, ay haritasına belirli bir detaya kadar ulaşılabilen Google Moon'daki Ay yüzeyinde, sıra sıra dizili barakaların bulunduğu bir askeri üssü andıran görüntüler şaşkınlık yarattı. Ay'ın Dünya'dan görülmeyen karanlık tarafında bir uzaylı üssü olduğu yönündeki söylentiler yıllardır devam ediyor. İngiliz Sun gazetesinin yayımladığı görüntülerde, bir vadinin içinde bulunan ve bir askeri havaalanını andıran üssün çevresinde dağlar bulunuyor. Bilim adamları, yeni elde edilen kanıtların, Ay'ın bazı astronomların düşündüğü gibi tamamen ölü bir gezegen olmadığını öne sürüyor ve Ay yüzeyinde zaman zaman yoğun bir hareketlilik gözlendiğini belirtiyorlar. 


Uzun aralıklarla da olsa Ay yüzeyinde değişiklikler olduğu rapor ediliyor. (Haber:Alpaslan Düven/DHA)

EVRENDE YAŞAM VAR MI ?


Yeni Çağın bilimi artık materyalist, determinist ve mekanistik olmaktan çok ; spiritüel, bütüncül ve mistik bir anlayışa büründü. Büyük ölçüde Kuantum Fiziği ve İzafiyet Teorisinin katkıları ile sağlanan bu değişim , diğer bilim dallarında da buna benzer gelişmelerin görülmesiyle, tüm dünyada geçerlilik kazanıyor.

Şimdilerde Zaman ve Uzay (mekan) kavramlarına bakış, neden-sonuç ilişkisinin kavranışı, madde ve enerji anlayışlarının değerlendirilmesi çok farklı bir hal aldı. Temel değişimi 1950’lerde başlayan bu yeni bilimsel anlayış, insanın evreni ve kendisini algılayışını ve inançlarını derinden sarsmış, onları yeni temellere göre oluşan değişik bir anlayışa sürüklemiştir.

Bizim duyumsal algı alanımızı aşan bir dördüncü boyutun varlığından söz eden ve zaman ile uzayın, aslında birbirinden ayrılamayacağını ve bazen de birbirlerine dönüştüklerini bize gösteren, böylece de maddenin aslında bir enerji biçimi olduğunu kanıtlayan, Einstein’ın "İzafiyet Kuramı".

Atom-altı dünyaya inerek, oradaki gerçekliğin, bizim kendi algı dünyamızdan çok farklı olduğunu keşfeden, böylece evrende bağımsız ve tek tek nesneler olmadığını bize anlatarak, evrendeki her şeyin birbiriyle bağlı ve birbirine özdeş olduğunu ortaya koyan "Kuantum Fiziği".

Bütün var edilmişlerin aynı bütünün parçaları olduğunu, dolayısı ile hepsinin özlerinin bir ve birbirine eş bulunduğunu, her birimin bütünün bilgisini içinde taşıdığını ve ona uygun gelişme sağlanırsa, bütünün tam görüntüsünü yansıtabileceğini ileri süren, bütün bilgilerin her an ve her yerde kullanıma hazır bulunduğunu söyleyen, böylece de bütün evrenin birbirinin kardeşi , hatta insanın kendisi olduğu bilgisini sembolize eden
"Hologram Teorisi". Bu üç keşif de, aslında tek bir şeyi göstermektedir: Evrendeki tekliği ve birliği.



Uzayın mekan ve boyutları insan anlayışının sınırlarını zorlamaktadır. Üzerinde yaşadığımız yerküre başı sonu olmayan bir enginlikte kaybolmuş minicik bir gezegendir. Peki bu sonsuzluğun içinde yaşam olan tek gezegen bizim Dünyamız mıdır?.. Asırlardır insanlık tarafından sorulan tüm sorular içinde en çok merak ettiğimiz ve cevap vermeyi en çok istediğimiz soru işte budur.

Aslında evrende yaşamın var olup olamayacağını tartışmak bir yana, bir an için dahi bunun aksini düşünmemek gerekir. Zira, evrenin var olma sebebinin gerçekte hayatı oluşturmak olduğu çok fazla düşünmeden de anlaşılabilecek bir olgu olup, bunun en somut kanıtı ise bu oluşumun ürünü olan Dünya canlılarıdır. Eğer ki evrende sadece bir mikro parça düzeyinde olan Dünyada hayat oluşmuş ise; bu, evrenin geneli içinde geçerlidir. Bu denli geniş bir evrenin oluşmasına gerek var ise ; onun zemin teşkil etmekle bağımlı bulunduğu yaşamın boyutları da çok büyük olmak zorundadır.

Maddenin canlı, cansız tüm şekilleri, çeşitli elementlerin atomlarından yapılmıştır. Bu atomlar, kainatın her yerinde aynı yapıda olarak bulunurlar ve aynı tepkime kanunlarına uyarlar...

Canlı organizmaları oluşturan yapılar, içlerinde karbon elementi bulunan kompleks moleküllerdir. Canlı madde nerede olursa olsun, karbon atomunun kurallarına uymak zorundadır. Çünkü, karbon başka elementler ile olduğu kadar, kendisi ile de birleşerek çok sayıda atomu ihtiva eden moleküller kurma kudretine, en geniş ölçüde sahip olan tek elementtir...

Dünyada bulunan atomlar, kainatın en uzak bölgelerinde de vardır. Karbon atomunun başka atomlarla birleşme özelliği, canlı maddenin oluşabilmesinde gereken malzeme çeşitliliğini sağlamaktadır. Ve karbon atomunun, doğasına uygun olarak hareket edebilmesine olanak tanıyan; yıldızlar arasında uzanan uçsuz bucaksız toz bulutları gerçek birer laboratuar olup, bir yığın kimyasal tepkimeye sahne olmaktadırlar. Bu tepkimeler ise, çoğu organik olan çok sayıda molekülün doğmasına yol açarlar.

İşte, hareketli toz bulutlarında oluşan tüm bu organik moleküller, çevrelerindeki yada ulaşabildikleri güneş uydularına yayılarak , güneşe uygun konum ve diğer gerekli şartlara sahip olanlarında yaşamı başlatmaktadırlar. Ve yüzeysel anlamda söylenecek olursa; Evren her şeyiyle bizzat kendi kendisini yaratmaktadır ki, bu oluşum tamamlanmış olmayıp, halen devam eden uzun bir süreç bağlamında devam etmektedir.

Evet , " Evrende başka hayatlar var mı? " sorusunu artık bir kenara bırakarak , Evrenin tümüyle hayat dolu olduğunu ve her an yeni güneşler çevresinde yeni hayatların başladığı gerçeğini görmek gerekmektedir.

İşte, konuya bu gözle bakmaya başlanıldığında, sorulacak sorunun ‘Evrende ne tür hayatlar var?’’ şekline dönüşeceği açık olup, bu ise; Kainatı sadece kendimize ait olarak algılamaktan kurtularak, genelde yeni bir bilince ve bilgiye ulaşmamızı kolaylaştıracaktır.

Yaşam derken neyi kastediyoruz?

Yaşamın başlangıcı ve gelişiminin sırrı, olağanüstü yapı blokları olan atomda yatmaktadır. Atom çekirdekleri belirli şartlar altında daha ağır çekirdekler oluşturmak için birbirleriyle birleşebilir ve bunun sonucunda da enerji açığa çıkar. Atomlar da diğer atomlarla kimyasal yollarla birleşerek farklı karmaşıklık derecelerine sahip moleküller oluştururlar. Bu yolla yıldızlar, gezegenler, okyanuslar, atmosferler ve kayalar oluşturabildikleri gibi, yaşayan organizmalar da oluşturabilirler.

Gezegenimizde yaşamın nasıl başladığını bilmek, dünya dışı yaşamı araştırma yolunda son derece önemlidir. Kimya bilimi, bugün etrafımızda gördüğümüz tüm yaşam formlarının nasıl varolduğunu açıklamakta büyük önem taşır. Dünyada yaşamın hangi basamaklardan geçerek oluştuğunu araştıran bilim adamları çalışmalarını daha çok proteinler üstünde yoğunlaştırmışlar, nükleik asitler üstünde fazla durmamışlardır. Fakat 1950’li yıllarda hızlanan araştırmalar, bir nükleik asit olan DNA (Deoxyribonükleik Asit) ’nın kromozomları oluşturan temel bileşen olduğunu ortaya çıkarmıştır. Birbirine bağlı nükleotidlerden oluşan uzun bir zincir olan DNA, dünyadaki hem hayvani hem de bitkisel her tür yaşam oluşumu için anahtar faktördür.

DNA’yı oluşturan dört temel nükleotid –Adenine, Cytosine, Guanine ve Thymine– nispeten daha basit oldukları ve doğal ortamda bulundukları için evrende başka bir yerde de aynı şekilde bulunmamaları için hiçbir sebep yoktur. Buna dayanarak evrende başka bir yerde, belki birçok yerde, zeki yaşamın var olduğunu söyleyebiliriz.

Bir gezegende akıllı yaşamın gelişebilmesi için nelere ihtiyaç vardır? Başlangıç olarak gezegen, lokal yıldıza fazla yakın ya da uzak olmamalı. Çok yakın olması durumunda hayat veren moleküllerin oluşabilmesi için fazla sıcak olacakken, çok uzak olması durumunda hayat verici reaksiyonlar için gerekli sıvı açısından fazla soğuk olur. Diğer önemli şey de kütledir. Çok büyük bir kütle, Jüpiter ve Satürn’ün atmosferindeki bizim bildiğimiz anlamdaki hayat için zehir oluşturacakken, küçük bir kütle de Merkür ve Mars’ta olduğu gibi çok yüksek ısıya ve atmosfer deliklerine yol açar.

Peki ya bu sonsuz bilinmeyen içinde haberdar olmadığımız başka yaşam biçimleri varsa ki vardır.. Başka boyutlardaki yaşamlar burada, 3 boyutlu gezegenimizde olduğu gibi değillerse?

Zaten yukarıda saydığımız tüm bu ihtiyaçlara karşın kimi astronomlar, yalnızca bizim galaksimizde bile yüz milyonlarca gezegende gelişmiş teknolojik uygarlıkların var olduğunu tahmin ediyorlar. Ayrıca şu anda milyonlarca uygarlığın da dünyamızla aynı seviyede ya da bizden daha ileri düzeyde olduğunu düşünüyorlar.

EN BÜYÜK TASARIM: EVREN


EN BÜYÜK TASARIM: EVREN
Uzay


Damar Ve Kan Hücreleri
Evrende canlı ya da cansız bütün maddeleri etkileyen değişmez kurallar vardır. İşte bu değişmez kurallar, evrenin de aynı içinde barındırdığı canlılar gibi, kusursuz bir tasarımla yaratıldığını gösteren delillerdir. Bugün daha çok fizikçilerin ilgilendiği bu ipuçları, bizlere maddi yaşama ilişkin yasalar olarak sunulur. Kimi insanların "fizik yasaları" olarak görüp de doğal karşıladığı pek çok özellik, Allah'ın mükemmel yaratışının delillerinden başka bir şey değildir.

Su Damlası
Burada sadece evrendeki tasarımın kusursuzluğunu hatırlatacak bir kaç örnekle yetineceğiz.
Örneğin su molekülündeki tasarımın onlarca özelliğinden sadece birini ele alalım: "Suyun akışkanlığı".

Her sıvının farklı bir akışkanlık değeri vardır. Suyun akışkanlığı ise canlıların tam kullanabileceği orandadır. Eğer suyun akışkanlığı daha zayıf olsaydı, yani su daha yoğun bir sıvı olsaydı, bitkilerin kıl inceliğindeki borularının içinde ilerleyemeyecek ve bitki yaşamı için gerekli maddeleri taşıyamayacaktı. Damar Ve Kan Hücreleri

Suyun akışkanlığı şimdi olduğu gibi olmasaydı, akarsuların akışı farklılaştığından, dağ oluşumları değişecek, vadiler, verimli ovalar oluşmayacak, kayalar parçalanıp toprakları meydana getiremeyecekti.

Su, vücudumuzu mikroplara ve zararlı yabancı maddelere karşı koruyan akyuvarların da hareket etmesine imkân tanır. Eğer su daha yoğun olsaydı kan daha kıvamlı olacak ve bu hücrelerin damarlar içindeki hareketi imkânsız hale gelecekti. Kalbin kanı pompalaması zorlaşacak, bunun için gerekli enerjiyi belki de karşılayamayacaktı.

Sadece bu bir kaç örnek bile suyun canlılar ve özellikle insan için yaratılmış özel bir sıvı olduğunu göstermektedir.
YerçekimiKUVVETLERİN DENGESİ

Yer çekimi kuvveti bugünkünden daha fazla olsaydı ne olurdu? Koşmak ve hatta yürümek imkânsız hale gelirdi. İnsanlar ve hayvanlar tüm bu hareketleri gerçekleştirmek için şimdikinden daha çok enerji sarf ederlerdi. Bu durumda başta yeryüzündeki besin kaynakları olmak üzere enerji kaynakları hızla tükenerek yok edilirdi. Ya çekim kuvveti daha zayıf olsaydı? Hafif şeyler yeryüzünde sabit durmayacaktı. Sözgelimi en ufak bir esintide yerden kalkan toz ve kum taneleri saatlerce havada uçuşacaktı. Yağmur damlalarının hızı çok yavaşlayacak, yere inmeden yeniden buharlaşacaklardı. Akarsuların akış hızı yavaşlayacak, bu nedenle onlardan elektrik enerjisi elde edilemeyecekti. Bu özellik Newton tarafından açıklanan kütlesel çekim kanununa dayanmaktadır: Newton'un kütlesel çekim yasası cisimler birbirinden uzaklaştıkça çekim kuvvetinin azaldığını söyler. Bu yasaya göre iki yıldız arasındaki mesafe 3 katına çıkacak olursa, çekim kuvveti 9 kat azalacaktır. Veya uzaklık yarıya indiğinde yıldızın çekim kuvveti 4 kat artacaktır.
YağmurBu yasa dünyanın, ayın ve gezegenlerin yörüngelerinin bugünkü gibi olmasını açıklar. Eğer yasa böyle olmayıp da yıldızın çekim kuvveti uzaklık arttıkça daha fazla azalsaydı, gezegenlerin yörüngeleri eliptik olmazdı, gezegenler sarmal bir yörünge çizerek güneşe doğru inişe geçerlerdi. Tam tersine daha az olsaydı ise, uzak yıldızların çekim kuvveti güneşinkine baskın çıkar ve dünya güneşten sürekli uzaklaşan bir yolculuğa çıkardı. Bunun sonucunda, dünya, ya hızla güneşe yaklaşıp sıcaktan kavrulur ya da güneşten uzaklaşarak uzayın mutlak soğukluğuna savrulup donardı.
Planck Sabiti Farklı Olsaydı?
Gün boyunca çeşitli yollarla farklı enerjilerle karşılaşıyoruz. Bir ateş karşısındayken hissettiğimiz sıcaklık bile aslında çok hassas dengelerde yaratılmıştır.

AteşFizikte enerjinin sürekli bir akım halinde değil, 'kuvant' adı verilen parçalar halinde yayıldığı öngörülür. Yayılan enerji miktarı hesaplanırken Planck Değişmezi adı verilen sabit bir rakam kullanılır. Bu sayı çoğu zaman matematikte göz ardı edilebilecek kadar küçüktür. Büyüklüğü kabaca 0,000000000000000000000000006624 olarak ifade edilen bu sayı, doğanın temel değişmezlerinden biridir.61 Herhangi bir radyasyon olayında, verilen enerji miktarı frekansa bölünürse sonuç daima bu sayıya eşittir. Bütün enerji biçimlerinin (ısı, ışık gibi) büyüklüğü Planck değişmezine bağlıdır.

Eğer bu çok küçük sayı farklı bir büyüklükte olsaydı, ateş karşısında oturduğumuzda hissettiğimiz sıcaklığın şiddeti çok farklı olabilirdi. Ya en ufak bir ateş bizi kavuracak kadar enerji dolu olur, ya da güneş kadar büyük bir ateş topu bile, dünyayı ısıtmada yetersiz kalırdı.

SÜRTÜNME KUVVETİ

SürtünmeGünlük hayatta, özellikle bir şeyleri iterken karşılaştığımız sürtünmeyi kimi zaman hep zorluk çıkaran bir kuvvet olarak düşünmüşüzdür. Oysa cisimler ve yüzeyler arasındaki sürtünme kuvveti yaratılmamış bir dünya nasıl olurdu? Kalem elinizden kayıp düşecek, kitaplar ve defterler masanın üzerinden kayıp yere düşecek, masa döşeme üzerinde kayıp köşeye çarpacaktı, kısacası tüm cisimler aynı düzeye gelene kadar her şey kayacak ve yuvarlanacaktı. Sürtünmesiz bir dünyada, düğümler çözülecek, çiviler ve vidalar yerlerinden çıkacak, arabaların freni tutmayacak, ses asla sönmeyip, bir duvardan ötekine yankılanıp duracaktı…

SürtünmeEvrende düzeni sağlayan tüm bu fizik yasaları, evrenin de içindeki canlılar gibi tasarlanmış olduğunun kanıtlarıdır. Gerçekte fizik yasaları, sadece Allah'ın yaratmış olduğu düzenin insanlar tarafından yapılan bir açıklamasıdır. Evrendeki düzeni sağlayan değişmez kurallar Allah tarafından yaratılmış ve hakkında düşünüp Allah'ın üstünlüğünü kavramaları ve verdiği nimetlere şükretmeleri için insanların hizmetine verilmiştir.

Allah'ın yaratmasındaki üstünlük ve düzen ile ilgili daha sayısız örnek verilebilir. Kainatın var edilmesinden bu yana geçen milyarlarca yılda yaratılan her şey Allah'ın ilmiyle ve O'nun hakimiyetinde gerçekleşmiştir.

Evrende Yolculuk




Eğer dünya dışında bir yerlerde bir yaşam varsa, orada yaşayan canlılar büyük bir olasılıkla bize benzemektedirler. Egzobiyoloji yani biyolojik yaşam uzmanları olarak tanınan Prof. Carl Sagan, Frank Drake gibileri galaksimizde bizim dışımızda yaşamın olması gerektiği düşüncesindeler.
Bu uygarlıklar bizden eski ve bizden ileri bir teknolojiye sahip olabilirler, hatta olmalıdırlar. Michigan Üniversitesi´nden Michael Swords, literatüre geçen yazısında şunu diyordu: " .. evrenin bir yerlerinde, uygarlıklar vardır, bunu tartışmaya pek gerek yok asıl zor olan uzayda yolculuktur.. yaşam formları çeşitli olabilir çünkü yaşamsal koşullar fiziksel ve kimyasal olarak değişkendir.. insanımsı olmak kaydıyla her tür yaşam olabilir.. fakat dedim ya önemli olan uzayda yolculuğun zorluğudur.." Öte yandan, bilim kamuoyu dünyanın dünyadışı canlılar tarafından ziyaret edildiği düşüncesine pek katılmak niyetinde değil. Oysa, bu ziyaretlerin olduğu göstergesi ise çok yüksek, karşıt tezlerin temelinde bizim çok yoğun ve popüler bir galakside yaşıyor olmamız düşüncesi yatıyor. Bir diğer gerçek ise, saklanan sırların varlığının kesin olduğu. Eğer UFO olayları, ön yargısız ve açık bir bilinçle izlenirse tek bir gerçek vardır. 1947´den bu yana gezegenimize dünyadışı uzay araçları düşmüştür ve parçaları saklanmaktadır. Biz yalnız değiliz..

Uzay'dan Gelen Gizemli Ses!




Çoğu zaman başımızı kaldırıp gökyüzüne baktığımızda yüzlerce hatta binlerce yıldız görürüz.Bu gördüklerimiz ufak tefekde olsa uzay hakkında bilgi edinmemizi sağlar.Parmağımızla gökyüzüne şekiller çizer onlara bi düzen vermeye çalışırız belkide.Ancak çoğumuzun içinde kalmıştır ''Uzay neden bu kadar sessiz?''..Sebebi açık sesin yayılması için uygun ortam yok.En azından bizim duyabileceğimiz sesler için bu geçerli.Fakat Radyo Sinyali denilen elektromanyetik dalgalar uzaydaki sessizliğe bir son veriyor.

51. Bölge den görüntüler









ufo ve uzaylı resimleri