30 Aralık 2010 Perşembe

chupacabra

Esrarengiz yaratık vuruldu
ABD, “esrarengiz yaratık” olarak Orta ve Güney Amerika’da bir efsane haline gelen “chupacabra”yı konuşuyor.
Kentucky eyaletinde yaşayan Mark Cothren adındaki adamın vurarak öldürdüğü yaratık, nasıl bir canlı türü olduğunu anlamaya çalışan uzmanların kafasını karıştırmış durumda.
Kürkü olmayan, gri renge sahip derisi olan yaratık, ormanlık alandan Cothren’ın arazisine girdi. Cothren, ilk gördüğünde köpek veya rakun zannettiği yaratığı vurarak öldürdü.
Büyük kulakları, bıyıkları ve uzun bir kuyruğu olan yaratık, ABD’deki yerel sitelerde büyük tartışma kopardı. Yaratığın görüntülerini görenler, Porto Riko’da 15 yıl önce bir efsane haline gelen “chupacabra” adlı yaratığı anımsattı. Efsaneye göre, küçük ve büyükbaş hayvanların kanını emen yaratık, Şili, Meksika ve ABD’nin güney eyaletlerinde korku salıyordu. 
ŞAŞKINLIK YARATTI
Uzmanlar, bakıldığında ne olduğunu anlayamadıkları tüysüz yaratığın hangi canlı türüne ait olduğunu araştırmaya çalışacak.
Lousiville Hayvanat Bahçesi’nden Sam Clites, vurduğu canlının bir çeşit hastalıktan bu hale gelmiş olabileceğini belirtti. Clites, bazı hastalıkların hayvanların kürklerini kaybetmelerine ve tanınmaz hale gelmelerine neden olabileceğini ifade etti.
Cothren, hayvanın incelemeye tabi tutulacağını ve bu amaçla yetkililere teslim edileceğini belirtti.



www.hurriyet.com.tr den alıntıdır

29 Aralık 2010 Çarşamba

MARSTA ÜS MÜ VAR?

 

NASA, Mars’taki keşif araçlarından gönderilen fotoğraflardan bazılarını kısa bir süre önce yayımladı. Bilim insanları, görüntülerin astronomi dünyasında büyük bir atılım olduğunu söylerken, bazı fotoğraflar Mars'ta üsler olduğu iddiasını gündeme getirdi. Benzer iddialar Ay için de yapılmıştı.
Yayımlanan görüntüler, Mars’ın yüzeyindeki Opportunity ve Spirit keşif araçlarının Kasım ve Şubat aylarında çektiği görüntüleri gösteriyor. 
Opportunity tarafından 4-5 Kasım tarihlerinde, gün batımı esnasında çekilen fotoğraflarda, mavi renkli gün batımı ve Güneş’in önünden geçmekte olan, Mars’ın uydusu Phobos görülüyor.
Discovery News, fotoğraflarda görülen mavi renkteki parlaklığın, gezegene kızıl rengini veren toz parçacıkları olduğunu öne sürdü.
NASA bilim insanları, Ocak 2004’ten beri Mars’ta görev yapan uzay araçlarının, başka bir kızıl gezegenin kendine özgü manzarasını ulaştırdıkları için insanlığa büyük bir tecrübe kazandırdığını belirtti.
Fotoğraflarda en çok ilgi çeken görüntülerden bazıları, yaklaşık 90 metre çapındaki Santa Marina kraterine ait. Opportunity, yaklaşık bir futbol sahası büyüklüğündeki kraterin görüntülerini ilettikten sonra, 22 kilometre çapındaki Endeavour Krateri’ni incelemeye başlayacak.
Ancak NASA’nın yayımladığı krater ve gün batımı fotoğraflarının yanında, oldukça büyük tartışma yaratan fotoğraflarda mevcut.
MARS’TA ÜS MÜ VAR?
Tartışma yaratan görüntüler, Spirit uzay aracının Şubat ayında çektiği görüntülerin ortaya çıkmasıyla başladı.
15 Ocak’tan beri hareket etmekte sıkıntılarla karşılaşan ve sadece 34 santimetre mesafe kat eden Spirit keşif aracının 8 Şubat 2010 günü çektiği görüntülerde, bina benzeri yapılar görülüyor.
İnternetteki birçok blog sayfasında, resimlerde görülen yapıların uzaylılar tarafından inşa edilmiş üsler, hatta uzay gemileri olduğu yönünde tartışmalar yaşanıyor.
Haber kaynakları, 22 Mart 2010 tarihine aniden Dünya’yla iletişimi kesilen araçla uzun süre bağlantı sağlanamadığı, 8 Şubat günü çekilen görüntülerden ikisinin de NASA arşivlerinden silindiği öne sürülüyor.
ATACAMA ÇÖLÜNE MARS KOLONİSİ
Ağustos ayında 33 madencinin mahsur kaldığı altın ve kömür madeninin bulunduğu Şili’deki Atacam Çölü, çok ilginç bir uzay araştırmasına ev sahipliği yapacak.
Bilim insanları, dünyanın en kurak yerlerinden biri olan Atacama Çölü’nde, Mars’taki koşulların aynısını içeren bir “uzay kolonisi” kuracak.
Bilim insanları, sahip olduğu güneş radyasyonu ve düşük nem oranının yanı sıra, şiddetli rüzgarların eksik olmadığı Atacama Çölü’nün, yeryüzünde Mars’a en çok benzeyen yer olduğunu belirtti.
Başkent Santiago’nun kuzeydoğusunda kalan deniz seviyesinden 5150 yükseklikteki Chajnantor düzlüğüne inşa edilecek olan üssün kurucuları arasında, NASA (Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi), SETI Enstitüsü (Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması), Çin Uzay Kurumu ve çeşitli özel uzay araştırmaları yürüten kurumlar bulunuyor. 
www.hurriyet.com.tr





27 Aralık 2010 Pazartesi

Wikileaks UFO-larla ilgili belgeleri yayınladı.

Wikileaks UFO-larla ilgili  belgeleri yayınladı.
Arkadaşlar habere geçmeden önce eğer  bu haber  benden önce arkadaşlar tarafından yayınlandıysa özür dilerim .Sitede arama yaptım ama birşeyler bulamadım.İşte haberi sunuyorum...
   Temmuz 1947 yılında New Mexico'da yaşanan Roswell UFO olayı hakkında Wikileaks belgelerinde şok bilgilere rastlandı. O dönemde düşmüş olduğu varsayılan ve tüm dünyada fotoğraflanması, hatta haritalarda dahi tam koordinatlarının gösterilmesi yasak olan vakada, yeni bilgiler su yüzüne çıktı.
   UFO kazası olduğunda söz konusu arazide birçok uzaylı cesedi, elektronik cihazlar bulunurken, yıllar sonra iphone için yazılan bir uygulama sayesinde uçağın kara kutuya benzer bir seyir defteri olduğu anlaşıldı. Bu seyir defterindeki bilgilerin bir kısmının deşifre edilmesi sonucunda, gemideki mürettebatın çevredeki ceset sayısından fazla olduğu anlaşıldı. Bu verilerde kazada 8'de 8 uzaylıların kabahatli olduğu detayı da yer alıyordu.
   Alınan bilgilere göre bu kazadan kurtulmayı başaran ve sayıları 10'dan fazla olan uzaylıların, dünyanın dört bir yanına dağıldığı ve aralarında Türkiye, İspanya, Arjantin ve Uganda gibi ülkelerin de bulunduğu hükümetlere ABD devleti tarafından detaylı raporlar geçildiği öğrenildi.
1947 yılında yayınlanmış Roswell Daily Record gazetesinde şüpheli isimler var!
   Gazetede röportaj yapılmış olan Carol Webs Lupescu, halkı sakin olmaya davet ederken, endişelenecek bir durum olmadığından ve uzaylı cesetlerinin General Electronics'in ürettiği çok özel buz dolaplarında muhafaza edildiğinden bahsetmişti. Lupescu bu röportajdan altı ay sonra ortadan kaybolurken, 1982 yılında Romanya'da yaşanan bir vakada adı tekrar gündeme gelmişti. Bu ikinci UFO vakasında da Lupescu'nun basının önüne çıkması ve olayın detaylarına dair sorulara ustaca cevaplar vererek savunma yapması şaşkınlık yaratmıştı.
Amerikan hükümeti içinde dolaşan evrakların kod isimleri şüpheleri doruk noktasına ulaştırdı
   1961 yılında, dönemin ABD başkanı John F. Kennedy'e sunulan dokümanların gÜi/2o şeklinde kodlanmış olmasına anlam verilemezken, Kennedy'nin bu dokümanlardan bazılarını İspanya'nın askeri lideri Francisco Franco ile paylaştığı öğrenildi. Bilindiği gibi İspanya bu dönemden sonra 14 yıl daha askeri yönetim altında kalmıştı.
Mustafa Denizli "İçimizdeki İrlandalılar" derken ne demek istemişti?
   Türkiye'de de son yıllarda birçok UFO ve uzaylı vakası yaşanırken, ünlü teknik adam Mustafa Denizli yaptığı açıklama ile gündeme oturmuştu. Bilindiği gibi bu açıklamadan bir süre önce Denizli bir saldırıya uğramış ve stat merdivenlerinden kendisine torpil formunda atlayan bir amigo tarafından yok edilmek istenmişti. Bu olaydan sonra Denizli uzun yıllar boyunca saçlarını mısır sarısına boyamış ve tribünlerin tepkisini çekmişti.
Hıncal Uluç: "Böyle bir şey olabilir mi?"
   Konuyla ilgili fikirlerini sorduğumuz gazeteci ufo uzmanı Hıncal Uluç, UFO'lara ve uzaylılara inanmadığını fakat geçmişte de buna benzer dosyaların Türk hükümetine iletildiğini bildiğini söyledi. Uluç şöyle konuştu: "1980'lerin ortasında Nart ALL-O kod isimli bir dosyanın TFF'ye ulaştığını duymuştum. Fakat tabii ki bu bir duyumdan ibaret. Dosyanın ne içerdiğini bilemiyorum, fakat bu işin ucundan Adnan (Sezgin) çıkarsa şaşırmam. Böyle bir şey olabilir mi? Benim vergilerimle kurulan NASA, benim uzaylım böyle bir skandalın bir parçası nasıl olabilir"
   ABD hükümeti tarafından yapılan açıklamada, gündelik hayata katılmış olan bu uzaylıların büyük olasılıkla insan formuna büründükleri ve toplumun her katmanında olabilecekleri uyarısı yapıldı. Bilindiği gibi uzaylı varlıkların içimizde yaşıyor olabileceği şüpheleri geçtiğimiz haftalarda İspanya'da oynanan bir futbol müsabakasında tekrar baş göstermiş, fakat Katalan'lar bu iddialara karşı yorumsuz kalmıştı.

22 Aralık 2010 Çarşamba

Yeni Zelanda 60 yıllık UFO belgelerini açıkladı


Yeni Zelanda Savunma Gücü, son 60 yıldır gizli tutulan UFO belgelerini bugün açıkladı. Belgelerde yer alan birbirinden ilginç “uzaylılarla karşılaşma vakasında”, ayak numarası 440 olan uzaylılar bile bulunuyor.

Gizliliği kaldırılan belgelerde, Tanımlamayan Uçan Cisim’lerin (UFO) ve onları kullanan Dünya dışı varlıkların neye benzediğine dair oldukça net ifadelerin yanı sıra, kulağa çılgınca gelen tanımlar var.

Belgelerde UFO’larla karşılaştıklarını anlatan insanlar arasında hava kuvvetlerine bağlı personel, yolcu uçağı pilotları ve uçaklarda bulunan yolcular bulunuyor. Hatta, bu kişilerin arasında dönemin Yeni Zelanda başbakanlarından biri de yer alıyor.

Savunma Gücü, yaklaşık iki bin sayfadan oluşan ve 1950’li yıllara kadar uzanan belgeleri 2050 yılına kadar açıklamayacaktı. Ancak bilgi özgürlüğü yasaları altında belgelerin gizliliği ortadan kalktı.

ÇİZİMLERDE NELER VAR
Görgü tanıklarının çizdirdiği uzaylı resimlerinden birisi, insana benzeyen, gümüş-metal görünümlü bir elbise giyen; geniş bir kemer ve başlık veya miğfer takan bir varlığı tasvir ediyor.

1955 yılında hükümete mektup gönderen bir görgü tanığı ise “çok sayıda” uçan daire gördüğünü belirtiyor. Görgü tanığı, “Ben ve yeğenim bir uçan dairenin yerden havalanmasına tanık olduk” ifadesini kullanıyor.

Belgelerdeki en detaylı bilgiler ise uçuşları esnasında gökyüzünde esrarengiz ışıklarlardan bahseden pilotlara ait. Pilotlar, haritalar, konumlandırma verileri ve çizimlerle gördükleri ışıkları belirtmeye çalışmış.

ÇÖZÜLEMEYEN SIR
Yeni Zelanda’nın en esrarengiz UFO hadiselerinden biri, Aralık 1978’de yaşandı. Bir kargo uçağındaki mürettebat, İzlanda’nın Güney Adası kıyılarındaki Kaikoura Adası’nın üzerinde çok sayıda parlak ışıkla karşılaştı.

Yaşanan olay, Yeni Zelanda Televizyonu çekim ekibi tarafından kaydedilen bulanık görüntülerle desteklendi. Ayrıca, radarlarda çok sayıda esrarengiz cisim tespit edildi ancak bu cisimler mürettebat tarafından gözlenmedi.

Belgeler, Kaikoura hadisesine, dönemin Başbakanı Robert Muldoon’un özel bir ilgi duyduğunu belirtiyor. Araştırmacılar, mürekkep balığı avlayan bir teknenin ışıklarını sorumlu tutsa da, olay hiçbir zaman aydınlatılamadı.

Bu olayı inceleyen UFO araştırmacısı Suzanne Hansen, “Bu kesinlikle açıklayamadığımız bir olay” dedi. Hansen, “Ne olduğunu bilmiyoruz anca bu kesinlikle tanımlanamayan veya geleneksel olmayan bir şey” yorumunda bulundu.

Belgeler, bazı görgü tanıkları ne kadar saçma iddialarla geliyor olsa da, yetkililerin her ihbarı dikkatle değerlendirdiğini gösterdi. Değerlendirilen iddiaların birçoğu, görülen cisimlerin “Venüs, meteor, hava balonu ve hatta Ay olduğu” gerekçesiyle göz ardı edilirken, bir tanesinde çok ilginç bir yorum bulunuyor:

“Çizimlerinize bakma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederiz. Birçok teşekkür aldılar.” 

www.hurriyet.com.tr

19 Aralık 2010 Pazar

ABD iLE UZAYLILAR ANLAŞMA iMZALADI !

Burada bilgileri veren kaynaklara göre, tüm anlatilanlar ABD Hükümeti tarafindan "Çok Gizli" olarak tanimlaniyor. Ve yine ayni kaynaklara göre, ABD'de geçeni olan "Bilgi Özgürlügü Kanununun" kapsamina alinmadigi gibi, ABD Hükümeti asagida anlatilan olaylarin hiçbirisinin dogrulugunu kabul etmemekte. Fakat, anlatilanlarin tümünün gerçek oldugu iddia edilirken, sadece ABD'nin degil daha birçok hükümetin benzeri gerçekleri sakladiklarini ve daha da ötede bu konularda konusanlarin susturulduklari da belirtiliyor.

Anlatilanlar ve kimligi saklanan taniklarla yapilan görüsmeler büyük bir gizlilik içinde gerçeklestirilmis, ses ve video bantlarindan isimler özellikle sili-nirken, konusanlarin kimlikleri titizlikle saklanmis. Öyleyse, bu durumda anlatilanlarin dogrulugundan nasil emin olunabilir? Buna verilen cevap ise söyle; "Bu taniklar, Amerikan Hükü-meti'nin 'Çok Gizli' düzeyi ile olan iliskileri, verdikleri isimler ve kaynaklar bakimindan inanilir ve güvenilirdir. Taniklar, görev yaptiklari dönemin istihbarat sen/islerindeki personelin adlari-ni ve rütbelerin! dogru olarak biliyor ve anlatiyorlardi ve bunlar en ciddi düzeyde arastirilarak dogrulandi."

Gizemli bir grup
Birkaç yil öncesine dönelim, UFO A-rastirmacisi William Moore "Dünyadisi Canlilarin Biyolojik Varliklari" adli bir radyo programi yapiyordu, ikinci programin sonrasinda, bir telefon aldi. Arayan eski bir istihbarat görevlisiydi, 9 arkadasi adina konusurken, "Dünya-daki Yabanci Varliklarla ilgili dokümanlari Moore'a verebilecegini söylüyordu. Moore, ikna olarak konusmayi kabul etti ve konusmalara ve konus-macilara "Faicon" kod adi verildi. Bu arada Moore, Jamie Sanders adli bir TV yapimcisi ve yönetmeninden yardim isteyerek, görüsmelerin videoya kaydedilmesini planladi. Bu asamanin ardindan, Faicon kod adli ama gerçek adi "MJ 12" olan grupla çalismalara geçildi. Peki, "MJ 12" neydi? Bu özel grup, ABD içindeki UFO faaliyetlerini arastirirken, "Dünyadaki Yabanci Var-liklar"la da iliskileri yönlendirmekle görevliydi.

Yani resmen, insanlik ile "Dünyadaki Yabanci Varliklar' arasindaki politikayi belirliyorlardi. Çalismalar sürdürülü-yor, kararlar veriliyor, Baskan'in onayina sunuluyor ve politika uygulaniyordu. Yani ABD Baskani'nin "Dünyadaki Yabanci Varliklardan haberi vardi... Faicon'a göre, "MJ 12" 1950'lerde bizzat Baskan Truman'un emriyle kurul-mustu ve bu emrin belgesi de vardi. Faicon bu belgeyi gösteriyordu. Ek o" larak da, 1947'de, New Mexico Ros-vvell'e düsen UFO'nun ve içindeki dünyadisi canlilarin cesetleri hakkindan bilgi veren "MJ 12" dokümanlari bulunuyordu. Bu dokümanlarda dönemin Baskan'i Eisenhovver'in imzasi bulunuyordu. Asagidaki satirlar teyp kasetinden aynen alinan bir bölümdür.

Bu incil baska bir incil
Faicon'un sesi: "MJ 12, 1950'lerde, hükümetin içinden seçilen bir grup insanla olusturuldu. Görevleri, UFO'larla ilgili arastirmalar yaparak, elde edilen bilgileri derlemekti. En önemli amaçlari, UFO'tarla ilgili bilgileri, bilimsel olarak gelistirmek ve teknolojimize yardim saglayacak sekilde analiz etmekti. "MJ 12 'nin üyeleri arasinda, ABD Baskani, Baskan Yardimcisi, Merkezi ?stihbarat Örgütü "CIA" Baskani ve Ulusal Güvenlik Danismani da dahildiler. "MJ 12"nin yönetim merkezi ise. Washington DC'deki Deniz Kuvvetleri Gözlemevi'ydi ve ABD Deniz Kuvvetleri "MJ 12" politikalariyla ilgili faaliyetlerin tümünde öncelikli sorumluluga sahipti. Deniz Kuvvetleri personeli tarafindan derlenen tüm bilgiler, analiz edilmek üzere "Aquarius" kod adiyla komutanlik merkezine aktariliyordu."

Falcon devam ediyor; "MJ 12'nin kendi arasinda 'incil' adiyla taninan bir kitap veya basili bir dosya vardi. Bu kitapta, Truman döneminde, ABD'nin misafiri olan üç dünyadisi yabanci anlatiliyor ve tüm ayrintilar veriliyordu. Ayrica kitapta, dünyadisi canlilardan alinan teknolojik ve tibbi bilgiler, onlarin kendi gezegenlerindeki sosyal yasamlari, Roswell'de bulunan cesetlere yapilan otopsilerin sonuçlari ve evren ile ilgili bilgiler de yer aliyordu. Ama bu kadar degildi, devami da vardi, 1988 yilinda gelen ve yine ABD'nin konugu olan ve dev bir gizlilik perdesi altinda saklanan ikinci bir dünyadisi canli grup daha anlatiliyor."

"Dünyaya bugüne kadar üç ayri dünyadisi canli türü geldi.."
Faicon sürdürüyor; " Bir diger kitap daha var, adi "Yellow Book". Bu ise son olarak gelen iki dünyadisi canli tarafindan yazilmis. Kitapta, geldikleri gezegeni, Günes Sistemi'ni, diger günesleri, kültürlerini, kendi toplumlarini ve dünyada nasil yasamlarini sürdürdüklerini anlatiyorlar." Bu noktada Falcon'a önemli bir soru soruluyor, dünyadisi canlilarin kökenlerinin neresi oldugu soruluyor: Faicon açikliyor; " Zeta Reticuli takimyildizindan geliyorlar. Bu takimyildiz onlarin ilk evi degil." Bu noktada hemen akla gelen biri var, bir dönem hükümet adina çalisan hipnoz uzmani ve fizikçi Bob Lazar dünyadisi canlilar tarafindan kaçirildigini iddia eden ünlü Betty Hill'i hipnoz etmisti ve Hili 1961 yilinda yapilan bir seansta hipnoz altindayken Zeta Reticuli yildiz sistemini tipatip tarif etmisti. Ama dünyali astronomlar bu takimyildizi ancak 1969 yilinda ilk kez gözlemleyebildiler ve buldular. Öyleyse, arada kesin ama garip iliskiler vardi ama bu iliskilerin arasindaki bag açikça görülemiyordu.

Bob Lazar

Bob Lazar'in tarif ettigi ufo'nun temsili bir resmi


Simdi Faicon grubundan bir baska kisiye geçelim, onun kod adi "Condor". Condor, ABD Hükümeti ile dünyadisi canlilar arasinda yapilan anlasmalardan söz ediyor; "ABD Hükümeti ile dünyadisi canlilar arasinda imzalanan anlasmaya göre, ABD Hükümeti dünyadisi canlilarin varligini açiklamamayi kabul ederken, onlar da insan toplumuna yani dünyaya karismamaya söz veriyorlar. Ayrica ABD, dünyadisi canlilara özel bir bölgede, çok gizli tutulmak kaydiyla bir üs de veriyor. Söz konusu yer Nevada'daki 51.Bölge ya da öteki adiyla "Dreamland / Rüya Ülkesi" olabilir." Simdi söz yine Fal-con'da; "Dünyadisi canlilar bu bölgede üslendiler yani Nevada'da. Benim bil-digime göre 1948 veya 1949'dan gü-nümüze kadar üç ayri dünyadisi canli türü dünyamizi ziyaret etti veya konakladi, dünyada ilk dünyadisi bir canli New Mexico Çölü'ndeki kazadan sonra ele geçirildi. Dünyadisi canlinin adi EBE'idi. Hükümet tarafindan üç yil konuk edildi ve bakildi. Ondan kültürleri, irki ve araçlari hakkinda çok sey ögrenildi. Diger bir dünyadisi canli ise, bir degisim programinin parçasi olarak, ABD Hükümeti'nin 1982 yilindan bu yana konugu oldu."

"400 yil yasiyorlar ve çok zekiler..."
Birçok görgü taniginin çizdikleri resimlerin yani sira, Falcon dünyadisi canlilari söyle tanimliyor; "Boylari yaklasik bir metre ile bir metre on santim arasinda degisiyor. Böcek gözüne benzer çok büyük gözleri var ayrica birer iç gözkapaklari bulunuyor. Yasadiklari gezegende, gündüzleri günes isigi bizimkinden iki veya üç kez daha fazla. Onlar da disi ve erkek olarak iki cinsiyetteler. Bizim burnumuzun oldugu yerde iki küçük delik var ve küçük bir agiza sahipler. Bildigimiz türde disten yok, dislerin yerinde çok sert kauçuk benzen bir alan bulunuyor, iç organlari çok basit, kalbin ve cigerlerin görevini tek bir organ yapiyor. Yine çok basit bir sindirim sistemleri ve büyük olasilikla gezegenlerindeki çok güçlü günes isisi nedeniyle sertlesmis ama son derece elastiki bir deriye sahipler. Beyinleri ise, bizimkinden çok daha karmasik ve çok daha fazla kivrim görülüyor.
Bizim görme sistemimiz beynimizin arka tarafindan yönetilirken, onlarinki beyinlerinin önündeki bir merkezden yönleniyor. Duyma yetileri bizlerden hatta köpeklerden bile çok ötede. Böbrek ve mesane sistemi de tek bir organ halinde, onlar da atiklari vücutlarindan atiyorlar ama kati atiklari siviya dönüstüren ve bilimcilerimizin bir türlü tam olarak çözümleyemedikleri ekstra bir organlari daha var. Ellerinde bas parmak yok, dört parmaklari bulunuyor, ayaklari küçük ve parmak aralari perdeli. Yasamlari ortalama olarak bizim zaman ölçümüze göre 350-400 yil arasinda. Aslinda genel olarak sürüngenlere benziyorlar. Bilindigi gibi dünyada bazi sürüngen türleri 500 yil yasayabiliyorlar. Bir timsahin 850 ya-sinda oldugu resmen açiklanmisti. Ve tabii çok zekiler, eger IQ ölçüsünü alacak olursak, IQ dereceleri 200'ü n üzerinde." Falcon dünya disi canlilarin sosyal yasamlari hakkinda da bilgi vererek konusmasina devam ediyor;

"Onlarin da bir dini var, evrensel bir dine sahipler. Evreni Tanri olarak kabul ediyorlar. Sevdikleri müzik türü eski Tibet müzigine çok benziyor. Genelde sebzeleri severek yiyorlar, dünyada en çok dondurmayi sevmisler, en çok da çilekli dondurmayi..." Simdi Faicon'u birakip, adim saklamayan birine geçiyoruz;

51.bölgenin bir fotografi

51.bölgeye gelmeden bir uyari tabelasi


Çok gizli bir üs...
Robert veya Bob Lazar yukarda adi geçen Nevada'daki ünlü 51.Bölge'de bulunmustu. Aslinda bir fizik uzmani olan Lazar, ABD Hükümeti tarafindan resmen görevlendirilmisti. Lazar, hiç çekinmeden birkaç ayri UFO tipini tarif etti. Lazar, ayrica Las Vegas'in 15 mil kuzeyindeki Pagose Gölü yakininda gizli bir arastirma merkezi bulunuyordu. Burada U2, SR71, F-117A ve SR75 gibi çesitli uçaklar gelistirildi. Üste çok ciddi ve inanilmaz derecede bir gizlilik uygulaniyordu. Ölüm cezasi bile vardi. Pagose Dagi'nin içine 9 hangar insa edilmisti. Hangar kapilari öylesine dogaya uydurulmustu ki, birkaç yüz metre yakindan bile fark edilemiyordu. Lazar'a göre, bu hangarlarin içinde UFO benzeri uçan disklerin deneyleri yapiliyor ve uçus prensipleri deneniyordu. Lazar, disklerin uçabilmesi için adina "Yerçekimi Amplifikatörü" denen bir aygit gelis-tirilmisti. Aygitin planlari dünyadisi canlilar tarafindan hazirlanmisti. iki tür UFO vardi, birisi "Omicron" adi veri-ten bir gezegen veya bir yildiz çevresinde kisa yolculuklar yapabilen diskti. "Delta" adli diger tip ise, uzay-zaman alani içinde hareket edebilen, ve bu sekilde yildizlar ve galaksiler arasi yolculuk yapabilen olaganüstü bir araçti. Araçlarin üçüncü ve bir baska tipi ise, hem Omicron, hem de Delta konumuna geçebilen bir modeldi. Bu diskler veya araçlarla ilgili tüm bilgi vardi ve uygulaniyordu.

51.Bölge'nin yerini gösteren bir harita

Lazar, üsten ayrildiktan sonraki yillarda çalismalarin bitirilmis olacagini ve dünyada 80'li yillardan sonra görülen UFO'larin hemen hemen tamaminin dünya yapisi olduklarini iddia ediyordu. Ve bu araçlar gizli tutuluyordular. Lazar, dünyadisi canlilarin sadece güney yarimküreden gözlemlenebilen Zeta Reticuli yildiz sisteminden geldiklerini vurgularken, Faicon grubunun söylediklerini onayliyor. Bu yildiz sistemi dünyaya 38 isik yili uzaklikta ve bir ve iki diye numaralandirilan ikili bir yildiz sisteminden olusuyor, dünyadisi canlilar Reticulum 4 planetinden, yani Zeta 2 Reticuli yildizinin dördüncü planetinden geliyorlar. Galaksimizi ve yildiz sistemlerim dogal olarak kendilerine göre isimlendirmisler. Örnegin bizim günesimize "Sol", dünyamiza ise. günesin üçüncü gezegeni oldugu için "Sol 3" diyorlar. Yasadiklari gezegende yani Reticulum 4'te bir gün, dünya zamaniyla 90 saat sürüyor. Lazar in dünyadisi canlilari tarifi, Falcon'dan çok farkli degil, hatta ayni gibi. Boylari bir birbuçuk metre arasinda, agirliklari 15 ile 30 kg arasinda, hemen hemen yeni yürümeye baslayan bir çocuk görünümündeler, baslari büyük, her yönü görebilen badem seklinde kocaman gözleri var ve genelde saçsizlar. Daha çok mavi gri renkte tek parça tayf benzeri bir giysi ite görülmüsler.

UFO'lar nasil çalisiyor (!)
Sonuç olarak gerek Faicon'un gerekse de Lazar'in anlattiklari gerçekten ilginç; Örnegin Lazar, disklerin reaktörlerinin benzinle çalistiklarini söylerken önce sasirtiyor ama sonra bu benzinin bizimkinden çok farkli oldugunu anliyorsunuz. Çok yüksek oktanli ve petrolden degil, atom sayisi 115 olan bir elementten üretiliyor. Bu element ise bizim elementler için kullandigimiz periyodik kartimizda bulunmuyor. Lazar Element 115'in dünyadaki elementler gibi tek yönlü degil, iki ayri amaçla kullanilabilen bir element oldugunu belirtiyor ve açikliyor; "Dünya biliminin henüz bilmedigi ve özelligini tanimla-yamadigi Yerçekimi Enerjisi'ni Element 115 sagliyor ki bunun adi A E-nerjisi, bu enerji Element 115'in çekirdeginden kaynaklaniyor ve yayiliyor, ikinci olarak da, Element 115 antimadde radyonunun kaynagi, bu da gereken hareket gücünü olusturuyor." Lazar'in bu sözcüklerinden su anlam çikiyor; Her disk, kendi içinde birer minik gezegen olarak kabul edilebilirler.
Lazar'in anlatimina göre, yukarda adi geçen Çekim veya Uçus Amplifikatörü'nün sistemi A enerjisini bir yere odaklayarak, uzay-zamanin bükülmesini sagliyor, uzay-zaman bükülümü ise, bir astrofizik deyimi, basit bir anlatimla isik hizindan çok daha fazla bir süratle zamanin ve üç boyutlu uzayin disinda mekan degisimi olarak düsünülebilir. Uzay-zaman bükülmesi yine bir astrofizik tanimiyla bir Kara Delik'in çekim alani kadar bir güç alanini .olusturuyor. Böylece elde edilen dev enerji, isik yili gibi çok büyük uzakliklarin asilmasin sagliyor. Lazar ekliyor;

"Bir uzay-zaman bükülümü içinde yolculuk yap ilirken, Element 115, Element 116 denen bir baska elemente dönüserek bir antimadde alanini da yaratiyor. Antimadde alaninda olusan zit alan ise, Elenet 116'nin sayesinde
% 100 enerjiye dönüsebiliyor. Reaksiyonun ISISI sonucunda, ortaya çikan elektriksel enerji yeterli oldugu gibi, bir tür termo elektrik jeneratörü olusturuyor. Sözünü ettigim A Enerjisi, böyle saglanirken, Delta durumuna geçildiginde A Enerjisi, uzay-zaman bükülümünü saglayinca bir tür Kara Delik ortaya çikinca, isikyillari asilabiliyor..."

Bütün bunlar saçmalik mi yoksa?..
Lazar'in anlattiklarini anlamak çok zor, sadece örneklemek istedik. Çok daha uzun anlatimlari var ama aslinda konu sadece bilim çevrelerini ilgilendiriyor.

Sorular ve kuskular sonsuz, tüm bu bilimsel ama amatörce gözüken iddialarin resmen kanitlanmasi gerek ama öte yandan da Robert Lazar'in da bir fizikçi oldugu biliniyor. Bilimsel çevreler ilginçtir, susuyorlar hatta Lazar'i yalanlayan veya karsi çikan kimseye de rastlanmiyor, iki sey olabilir Ya Lazar veya Faicon öylesine saçmaliyorlar ki, yetkililerin hiçbirisi onlara cevap vermeye tenezzül dahi etmiyor, kisa casi ilgilenmiyorlar ya da Lazar veya^ Faicon dogru söylüyorlar ve konunun daha fazla karistirilmamasi için yetkililer seslerini çikartmayi, yorumsuz kalmayi tercih ediyorlar. En iyi çözüm, dünyadisi canlilarin ortaya çikmasi, o zaman tartisacak bir sey kalmayacak.. Ama onlar da resmen ortada yoklar. Bu arada akla yukarda geçen bir söz de ister istemez geliyor; dünyadisi canlilarin IQ dereceleri gerçekten 200'ün üzerindeyse, o zaman onlari anlamamiz hiç de kolay degil, hatta imkansiz gibi...

Her seyi bir yana birakip, bir an düsünelim. Eger Falcon ve Lazar dogru söylüyorlarsa ve ABD ile dünyadisi canlilar arasinda böylesine gizli tutulan bir iliski varsa, hatta ABD dünyadisi bir zekanin temsilcileriyle özel bir anlasma imzaladiysa ve bunu dünya insanlarindan sakliyorlarsa çok iyi düsünmemiz gerekiyor. Böyle bir olasilik, tüm siyasi, etnik, dinsel ve hatta ekonomik sorunlardan daha önemlidir çünkü göründügü kadariyla çok uzakta degil, kisa bir dönem içinde dünyada ciddi bir degisimin, belki bir bölünmenin ama en önemlisi insanligin bir bölümü için bir tehdidin ortaya çikmasi olasidir. Neden mi? Eger anlatilanlar gerçekse, ABD neyin karsiliginda dünyadisi canlilari saklamak ve hatta korumak için milyarlar harciyor? Bunun bedeli nedir? Fakat önemli bir soru daha var, dünyadisi canlilar bu isbirliginden ne elde ediyorlar ve neden saklanmak istiyorlar? ?htiyatli olmak isteyen çevrelere göre, eger bizlerden çok ötede bir zekaya sahipseler. korkmamiz gerekir çünkü onlarin gerçek amacini anlamamiz asla mümkün olamayacaktir, çünkü bizler onlarin yaninda resmen geri zekali sayilar biliriz...Ya öyleyse..?
ESRARENGiZ SiYAH GiYEN ADAMLAR (M.I.B)
Uçandairelerle ilgili bilgiler arttikça, bu konuda arastirma yapanlara siyah elbiseli kisiler tarafindan gerçeklestirilen "susturucu" baskinlarin da arttigi ileri sürülüyor.
Amerika'nin Connecticut eyaletinde bulunan Uluslararasi Uçandaireler Bürosu'nun Müdürü Alfred Bender  "uçandairelerin esrarini ögrendim" diye bir açiklama yapti. Ama bugün bizler hala eskisinden fazla bir bilgiye sahip degiliz. Çünkü Bender bu konu ile ilgili daha fazla bir açiklama yapamadan üç esrarengiz ziyaretçi tarafindan susturuldu! Siyah elbiseli üç adam "susturucu"lar olarak taniniyorlar.
Esrarengiz Ziyaretçiler
Bender, ilginç buluslarini kendisine ait olan Uzay Haberleri gazetesinde yayimlamak istiyordu. Ancak daha önce bir meslektasinin fikrini almak istedi ve hazirladigi raporu arkadasina gönderdi. Bir kaç gün sonra siyah elbiseliler geldi.
Yatak Odasinda Üç Kisi
Bender, yatak odasinda üç gölgeyi andiran yabancilari farkettiginde yari uykulu yatiyordu. Sekiller belirginlesti. Hepsi de siyahlar giymislerdi. Fötr sapkalarinin disinda halleri ürkütücüydü. Sapkalarinin gizledigi yüzleri seçilmiyordu. Bender'in içini bir korku kapladi. Bender, o ani söyle anlatiyor:
"Gözleri aniden el feneri gibi parladi ve bana dikildi. Büyük bir aci vererek sanki gözlerimden girip ruhumu yakmak istiyorlardi. O zaman anladimki, telepatik olarak bana bir mesaj vereceklerdi."
Çok Korkmustu
içlerinden birinin elinde Bender'in raporu vardi. Önce raporda yazilanlarin dogru oldugunu söylediler. Hatta bazi tamamlayici bilgiler de verdiler. Fakat Bender o kadar korkmustu ki, siyahli adamlarin istegine uyarak hem büroyu hem de gazeteyi kapatmayi kabul etti.
Herkes Saskinlik içinde
Bender'in öyküsüne bir çok kimse inanmadi. Bütün dost ve meslektaslari büyük bir saskinliga düstüler. içlerinden yalniz biri, Gray Barker, "Uçandaireler Hakkinda Çok Sey Biliyorlardi" adli bir kitap yayinladi. Daha sonraki yillarda ise Bender de arkadaslarinin israrlarina dayanamayarak "Uçandaireler ve Üç Adam" adli bir yazi yazdi. Bu garip yazida uzaylilardan, uçandairelerden ve ANTARTiKA daki uçandaire üslerinden söz ediliyordu.
Dünyanin Baska Yerlerinde de Var
inandirici olsun olmasin, Bender'in üç yabancidan söz eden öyküsü arastirmacilar için çok önemli bir hareket noktasi oldu. Çünkü Bender'den hiç haberi olmayan baska kisiler de benzeri olaylari yasadiklarini öne sürüyorlardi. Uçandaireleri gören veya bu konuya ilgi duyan baskalari, siyah elbiseli kisiler (SEK) tarafindan ziyaret edilmislerdi. Çogunlugu Amerika'da olmasina ragmen isveç, italya, i
ngiltere ve Meksika'da da benzeri olaylar yasanmisti Uçandairelerin geçmisi kadar SEK'lerin varligi da çok eski zamanlara uzaniyor.
SEK'in ÖZELLiKLERi
Tipik bir SEK olayinda su özelliklere rastlaniyor.
1-SEK'ler, uçandaireleri gören veya inceleyen kisilere gidiyorlar.
2- Bu ziyaretler, olayin herhangi bir yolla topluma açiklanmasina zaman birakmayacak kadar kisa bir süre içinde gerçeklesiyor.
3- Ziyaret edilen kisi çogunlukla kendi evinde ve yalniz oluyor.
4- Ziyaretçiler çogunlukla 3 kisi olarak ve siyah bir araba ile geliyorlar. Arabanin modeli Cadillac. En son model olmamakla beraber, sanki yeni alinmis kadar temiz ve bakimli. Plakasi tespit edilip de arastirildiginda, hiçbir yerde kayitli olmadigi görülüyor.
5- Ziyaretçiler çogunlukla erkek. Çok seyrek olarak aralarinda sadece bir kadin oluyor. Giyimler sanki CIA veya gizli örgüt üyelerini animsatacak sekilde:
Siyah takim elbise, siyah sapka, siyah çorap ve ayakkabi, siyah kravat ve daima beyaz bir gömlek. Son derece temiz ve bakimlilar.
6- Yüzleri çogunlukla dogululari andiriyor. Çekik gözlü, yanik veya koyu derili, ciddi ifadeli.
7- Hareketleri sert ve beceriksiz.
8- Genel tutumlari ciddi, resmi, soguk ve ürkütücü. Dostça bir sicakliktan eser yok, insan görünümünde....
9- Bazi SEK'ler, istenildiginde gerçekle ilgisi olmayan kimlik ve görev karti gibi belgeleri de çekinmeden gösteriyorlar.
10- Konusmalar bazen sorgu, bazen de uyari niteligi tasimasina ragmen, biraktiklari etki sanki herseyi önceden bildikleri seklinde. Vermek istedikleri mesak çok açik ve kesin dille anlatiyorlar. Örnegin:
"Tekrar bay Smith, çok dürüst olmadiginiz inancindayim" veya " Bu raporu postalamaniz büyük bir akilsizlik olurdu bay Veich" gibi. Konusmalar çogunlukla, görünenlerin kimseye anlatilmamasi veya yapilan arastirmalarin durdurulmasini saglayici uyarilarla sonuçlandiriliyor.
11- SEK'ler, geldikleri gibi beklenmedik bir anda gidiyorlar



DERİNLİĞİN ODALARI
2 yıl önce yerin altına - nüfuz eden yeni radarın gizli tasnifinin kaldırmasından beri, en şaşırtıcı veriler dünyanın çeşitli kısımlarındaki kompleks ve yeraltı labirent sistemlerinden ortaya çıktı. Güney Amerika’daki Guatemala gibi yerlerde, Tikal’deki Maya piramit kompleksinin altında ülkenin diğer ucuna kadar 800 km yayılan tüneller haritalandı. Araştırmacılar, yarım milyon Maya yerlisinin kültürlerinin büyük kısmının yok oluşundan nasıl kaçtıklarını anlamanın mümkün olduğunu belirtmekteler.
Benzer şekilde, SIRA radarı 1978’ in başlarında Mısır’da konuşlandırıldı, Mısır piramitlerinin altında olağanüstü bir yeraltı kompleksi haritalandı. Mısır’ın eski başkanı Sedat ile yapılan anlaşmalar çok gizli kazıların otuz yılı ile sonuçlandı. Avustralya’daki son zamanlarda yapılan bir toplantıda, Giza projesindeki kilit bilim adamlarından biri olan Dr. Jim Hurtak “DERİNLİĞİN ODALARI” olarak adlandırılan çalışmanın filmini gösterdi.
Film 15,000 yıl eski olan Giza platosunun altındaki bir çok seviyelere erişen engin bir megalitik metropolün keşfini gösteriyor. Yeni Çağ’in diğer ilgilileri Sfenks’in sol pençesinin altındaki gizli bir oda ile ilgili spekülasyon yaparken, “Tanrıların Şehri” aşağıda yayılmış olarak duruyor. Hidrolik yeraltı su yolları ile, film Nil Vadisi’nin boyutunda, kocaman odaları, oyulmuş çok büyük heykellerle birlikte en büyük katedrallerimizin bölümlerini (boyutlarını) gösteriyor. Yaşamlarını riske atarak, ışıkları ve kameraları ile araştırmacılar, ilerdeki mühürlenmiş odalara girmek için yeraltı nehirlerini ve kilometrelerce uzunlukta gölleri lastik botları ile dikkatle geçiyorlar. Binlerce yıl öncesine ait önemli miktarda kayıtlar ve insan eliyle yapılmış şeyler bulundu.
Tufandan hemen sonra, şimdiki zaman döngüsünün şafağında, Mısırlıların Zep Tepi olarak adlandırdığı bir devirde, “İlk Zamanlar”da, uygarlığın ilk adımlarındaki hayatta kalanları inisiye etmek için bir grup gizemli “tanrılar” ortaya çıktı. Mısır’da Thoth ve Osiris’ten, Amerika’da Quetzacoatal ve Viracocha’ya, dünya çapındaki gelenekler çağdaş uygarlığın başlangıcını/kökenlerini bu sofistike (karmaşık/gelişmiş) gruba atfeder.
Dünya etrafından kanıtlar, bu insanların önceki uygarlığın yüksek-teknolojili hayatta kalanları olduğunu gösteriyor. Kendi uygarlığımızın nükleer yeraltı sığınakları ve gizli araştırma yetenekleri/olanakları gibi, toz (bulutu) çöktükten sonra, yeraltı “Tanrı şehirleri”nden ortaya çıkanlar vardı. Bunlar, Genesis’te bahsedilen Enoch ve Methuselah gibi, “tufandan önceki piskoposlar/kabile reisleri”, “devler ve eskinin kahramanları” idi. Kadim Sümer’in, Mısır’ın ve Hindistan’ın esrarengiz tanrıları, hepsi Tufandan önceki şaşılacak/inanılmaz zamanlardan sesleniyor.
Bu, bizimkinin ötesinde olan bir uygarlığın ve teknolojinin mirasıdır. Sfenksin ve piramitlerin sadece yüzey işaretleyici olduğu, engin bir yeraltı şehrini yaratabilen bir teknoloji. Proje bilim adamı Dr. Jim Hurtak, bunu ileri dünya dışı bir kültür ile temasın etkisine benzetiyor. O, bunu son dünya kargaşası/düşüşü tarafından tahrip olan, Atlantis uygarlığı olarak adlandırılan, “Dördüncü Kök” ırkın keşfi olarak tanımlıyor. Bu, Dr. Hurtak’ın “Anne- Baba uygarlık” olarak sözettiği, tüm lisanların, kültürlerin ve dinlerin tek bir ortak kaynağın izini sürdüğü açık/anlaşılır bir kanıtı sunuyor.
Yerin altındaki teknoloji, makine teknolojisinin ötesindedir. Arthur C. Clarke’ın bir zamanlar şaka yaptığı gibi “kendi teknolojimizin ötesindeki herhangi bir teknoloji bize sihir gibi görünür”. Dr. Hurtak’a göre, bu, genetik kodun şifresini çözen ve fiziksel spektrumun anahtarlarına sahip bir kültür idi, eskilerin “Daha Yüksek Işık Fiziği”... kadim Gılgamış’ın çöl topraklarındaki “Mashu Dağı”nın altındaki tünelleri aramak için kayıp “Tanrıların Şehrine” yolculuğundaki aramaya gittiği her şey.
Dr. Hurtak “ışığın lisanından” ve ismi ENOCH olan, Büyük Piramit Kompleksinin inşasında adı geçen önceki zaman döngüsünün (devrinin) büyük rahip - bilim adamından söz eder. Hurtak büyük bir spiritüel bilimi, yıldızlara genetik bir merdiveni tanımlayan bir bilimi ima eder.
Rahip - bilim adamı “Enoch” önceki zaman devrinin en ünlü karakterlerinden biri olan tufan öncesinden bir patrik/piskopos/kabile reisidir. Methuselah’ın babası ve Nuh’un büyük dedesi olan Enoch’tan İncil’de alfabenin ve takvimin yaratıcısı olarak, efsanevi “Yahweh’in Şehrinin” orijinal Zion’un mimarı olarak bahsedilir. Enoch ayrıca “Lord tarafından yukarı alınan” (uzaylılar tarafından) ve “dünyanın ve cennetin sırları”nın gösterildiği tarihin ilk astronotudur. O, tüm insanlık için “tartılar ve ölçüler” ile dünyaya geri döner.
Mısırlıların “Thoth” olarak bildiği “Sihrin ve Zamanın Lordu” ve Yunanlıların “Hermes” olarak bildiği “Tanrıların habercisi”, o ölümsüzlüğün gizini arayan ve geri döneceğine söz veren, mistik Avalon’da bir elma ağacında ortadan yok olan esrarengiz büyücü Merlin olarak Celtic (Kelt) geleneğinde bile hatırlanır.
Ölümsüzlüğe ulaşan, nasıl “tanrılar gibi “olabileceğimizin gizine ulaşan biri olarak, Thoth/Enoch zamanın sonunda “kutsal toprağın kapılarının anahtarları ile” geri döneceğini vaat eder. İlk dini liderler tarafından İncil’den çıkarılan Enoch’un kayıp Kitaplarını ortaya çıkaran, tartışmaya yol açan Ölü Deniz Tomarlarında, Enoch yüksek bilginin anahtarlarını yanlış kullanan ve kendisini son afetten kurtaramayan geçmişteki hayret verici uygarlığı tarif eder. Hem gerçek anlamıyla hem de mecazi olarak onlar “anahtarları” kaybetti, onlar tüm yüksek bilgiyi kaybetti.
Bir çok gelenek ile, hatta Maya efsanesi Quetzacoatal ile, Enoch şimdiki zaman döngüsünün sonu olan, “Zamanın Sonunda” bu bilginin geri döneceğini vaat eder. İncil’deki ifşaatlar, şimdiki dünyanın sonunda “her şeyin açığa çıkacağını” vaat eder. Mısır’daki ve dünyanın diğer bölgelerindeki olağanüstü keşifler sadece ileri bir teknolojiyi değil, bizim şimdiki durumumuzun ötesine tekamülsel yolu tanımlar.
Dünyanın kilit piramit sitelerinin dikkatli bilimsel incelemesi onların sadece gezegenlerin ve yıldız sistemlerinin pozisyonlarını yansıtan yapılar olmadığını, aynı zamanda insan bedeninin çakralarını ve harmonik boşluklarını taklit etmek için dizayn edilen karmaşık harmonik yapılar olduğunu ortaya çıkarıyor. Hatta, Büyük Piramit’in içindeki her bir taş özel bir frekansa veya müzik ses tonuna (perdesine) harmonik olarak uyumludur. Büyük Piramit’in merkezindeki lahit, insan kalp atışının frekansına uyumludur.
Dr. Hurtak ve arkadaşları tarafından yönetilen Büyük Piramit’te ve Güney Amerika’da diğer sitelerde yapılan şaşırtıcı deneyler piramitlerin sesle - aktive edilen “jeofiziksel bilgisayarlar” olduğunu gösteriyor. Özel kadim sesler tonlanarak, bilim ekibi piramitlerin üzerinde ve içinde görünür sürekli ışık dalgaları üretti ve hatta şimdiye dek, erişilemez odalara da nüfuz ettiler. Arka arkaya gelen keşifler, kadim rahip - bilim adamlarının tapınak yapıları içinde bir çeşit harmonik ses teknolojisi kullandığını gösteriyor.
Enoch’a ait kayıp bilgiler ana lisanı “Işığın lisanı” olarak ortaya çıkarıyor. Eskilerin “Hiburu”olarak bildiği bu lisan ilksel çekirdek lisandır, bu zaman döngüsünün başlangıcında ortaya çıkmıştır. Modern araştırmalar en eski formdaki İbranice’nin beynin phosphene ışığı (alevi) modellerinden ortaya çıkan doğal bir lisan, alfabetik formlar olduğunu doğrular. Gerçekte, aynı şekiller dönen bir vorteksten doğmuştur. O, bizim sinir sistemimizden akan gerçek bir ışık lisanıdır.
Fiziksel dünyanın doğal dalga formu geometrilerini şifre ile yazan Hiburu, ışığın dalga formu özelliklerini taklit eden harmonik bir lisandır. Enoch’un “anahtarları” ses anahtarları, realitenin kendisinin - mitsel “Dünyanın Gücü” - titreşimli matrisinin anahtarları olarak ortaya çıktığından bahseder. Enoch’a ait bilgi, sinir sistemini direkt olarak etkileyebilen ve olağanüstü şifa ve yüksek bilinçlilik durumları etkisi üreten kadim mantralar ve tanrı isimleri ile kodlanmış sonik (sesle ilgili) denklemleri tanımlar.
Kadim bir metnin belirttiği gibi, “eğer tanrılar ile konuşacaksanız, önce tanrıların lisanını öğrenmeniz gerekir”.
Torah’ta (Tevrat) tasvir edilen kadim kabalistik “Hayat Ağacı”, DNA, şimdi sabit bir teyp kaydı olmaktan çok, yaşayan/canlı titreşen bir yapı olarak düşünülüyor. Bir çok modern bilim adamı, DNA’ya ışık, radyasyon, manyetik alanlar veya sese ait (sonik) etkiler (çarpmalar) ile değiştirilebilen parıldayan dalga formu konfigürasyonu olarak bakıyor. Thoth/Enoch’un mirası eskilerin harmonik biliminin, “Işığın lisanının” DNA’yı gerçekten etkileyebildiğini belirtiyor.
Mısır’daki kanıtlar bunun Mısırlılar tarafından teşebbüs edilen 6,000 yıllık genetik deney olduğunu belirtiyor, ölümsüzlük ve yıldızları arayış, Gılgamış tarafından çok uzun zaman önce başlatılan, eskinin büyükleri tarafından tanımlanan bir arayış. Mısırlılar, çoğu ilksel Hıristiyan tercümanların düşündüğü gibi ölümden sonraki yaşama çok fazla bağlanmamışlar, daha yüksek tipte bir insan yaratmaya odaklanmışlardır. Bir çok kadim kültür ile birlikte, onlar DNA’nın yıldızlardan geldiğine, yani kökenimizin dış uzaydan geldiğine ve geri dönmelerinin kaderleri olduğuna inanıyorlardı.
Thoth/Enoch’un bilgisi, insanların şimdiki dünyasal şekillerimizin ötesine tekamül etmesinin istendiğini (niyet edildiğini) ima eder, İncil’in bize söylediği gibi, “biz meleklerden daha büyük olabiliriz”. Mısırlılar, “Orion’un Büyük Gözünün ötesine” yolculuk yapan ve insanların arasında tanrılar gibi yürümek için geri dönen, Enoch gibi ara sıra ortaya çıkan varlıkların, “Yıldızlarda yürüyenlerin” hikayelerini kaydeder. Modern bilinçlilikten, yarı - ilahi varlıklar gibi, kadim metinlerin ısrar ettiği gibi, “tanrılar gibi olmamız”ın kaderimiz olması mümkün müdür ? Mayaların “Işığın Lordları” ve Mısırlı/Tibetli “Parıldayanlar” gerçekte insanın daha yüksek bir formu mudur ?
Bir çok dünya efsanesine göre, güneş sistemimizin galaksinin merkezinin etrafındaki 26,000 yıllık zodyaksal yörüngesinin 13,000 yıllık yarı - noktasında, herbir zaman döngüsünün başında ve sonunda, böyle varlıkların düzenli olarak geri döneceği öne sürülüyor. Galaktik yörüngemizdeki koşullardan dolayı, bu 13,000 yıllık araların veya “dünyalar”ın afetsel büyük değişiklikler ile ayrıldığı görülmektedir.
Galaktik yörüngemizin “Anka Kuşu Döngüsü” olarak adlandırılanı tanımlayan Büyük Piramit’in “taş takvimine” göre, şimdiki zaman periyodu (bizim şimdiki takvimimize dönüştürülünce) 2012 yılında sona eriyor. Yunanca sözcük “Anka”, Mısır sözcüğü “Pa – Hanok” tan türetilmiştir, bu, gerçekte “Enoch’un Evi” anlamına gelir.
Enoch’a ait bilgi, bu düzenli afetsel değişikliklerin rahim gezegenden göç etmeden önce, dünyadaki yaşam formlarının bir sonraki tekamülsel aşamaya geçişini hızlandırmak için aracı/temsilci provokatör olarak davrandığını öne sürüyor. İnsan tekamülü önceden düşünülenden daha hızlı ilerleyebilir. Kanıtlar şimdi ortaya çıkıyor ve fiziksel süreklilikte üstat olan ve bu dünyanın ötesine ilerlemiş olan bizden önceki uygarlıkları kaydediyor. Ayrıca başaramayanlar da vardı. Bizim de, bunu başarma veya başarısız olma gibi eşit fırsatımız var.
Mısır’dan ortaya çıkan keşifler, kadim rahip - bilim adamları tarafından gezegenin tektonik levhalarını stabilize etmek için müzikal bir sistem olarak kullanılan kilit enerji meridyenleri üzerinde anten gibi kurulmuş, tarih öncesi dünya çapında piramit tapınağı sistemini tanımlıyor... “Dünyanın yolu” veya “Dünyanın gücü” anlamına gelen anadil sözcüğü “Jedaiah” tan, kadim “Jedai” rahipleri gezegeni dev bir harmonik çan gibi çalmak için (akord etmek için) Işığın lisanını kullandılar. Bunların çoğu, bu zaman döngüsünün son günlerinde yeniden keşfediliyor.
Omega Vakfından Dr. Jay Franz’ın sözleriyle, “ona isim vermeye cesaret etmesek bile, dünya sahnesi üzerinde olması çok yakın birşeylerin evrensel bir hissi var”.
Kathleen Donaldson - Yeniçağ Bilimler

NASA Sonunda Açıkladı: “Güneş Sistemimizde 10. GEZEGEN VAR!”

 
Yoksa bu, binlerce yıl öncesinden bildirilen ve beklenen
NİBİRU (MARDUK) olabilir mi?
Bilimadamları; Pluto’dan, dünyaya üç kat daha uzak olan güneş sisteminin en uzak uzaysal objesini keşfettiler. Şu anda dünyadan 12.8 milyar km. uzaklarda bulunan onuncu gezegene; deniz canlılarının tanrıçasının adı olan “Sedna” adı verildi. California Teknoloji Enstitüsü’nden Dr.Mike Brown grubunda bulunan astronom arkadaşlarıyla birlikte, Polamar Caltech Gözlemevi’nde sergiledikleri kesintisiz çalışmaları sonunda, geçtiğimiz Kasım ayında Sedna’yı uzaydaki yörüngesinde saptamışlardı. Bu ilk görüntüden birkaç gün sonra, Sedna, daha güçlü bir teleskop olan Spitzer Uzay Teleskobu tarafından da saptandı.
Sedna aynı zamanda, 1930’da Pluto’nun keşfinden beri güneş sisteminde keşfedilen en iri uzaysal obje. 1000 km lik bir çapı olduğu tahmin edilmekte. Sedna halen güneşten 100 milyar mil (kabaca, dünyanın güneşe olan olan uzaklığından 90 kat) daha uzakta ve eksantrik bir yörünge üzerinde bulunmaktadır. Pluto’nun 9.cu gezegen olduğunu kabul edenler, Sedna’yı da yeni keşfedilen bir gezegen olarak önermektedir. NASA da, yeni gezegeni; Charles Arthur’un önerdiği (Inuit Tanrıça’nın adıyla) Sedna olarak adlandırmayı kabul etmiş ve onu, 1930’da Pluto’nun keşfinden beri bulunan 10.cu gezegen olarak, ilan etmiş bulunmaktadır.
Aslında, bilinen Güneş Sistemimiz’in en uzak mesafelerinin ötesinde başka bir gezegenin var olup olmadığı sorusu, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin yörüngesel hareketlerindeki düzensizliklerinden ötürü uzun yıllardır tahmin edilmekteydi. Yerçekimsel bir kuvvet, bu iki dev gezegenin yörüngelerinde düzensizliklere yol açmaya devam etmektedir. Bu kuvvet, çok uzak ve görünmeyen büyük bir nesnenin varlığını akıllara getirmekteydi..
Birleşik Devletler Donanma Rasathanesi tarafından yapılan son hesaplamalar, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin yörüngesel hareketlerinde meydana gelen düzensizlikleri onayladı. Rasathanede çalışan bir astronom olan Dr. Thomas C. Van Flandern, bu düzensizliklerin tek bir keşfedilmemiş gezegenin varlığıyla açıklanabileceğini söylemektedir. O ve bir meslektaşı, Dr. Richard Harrington, 10’uncu gezegenin Pluton’un yörüngesinin 5 milyar mil ötesine ulaşan oldukça eliptik bir yörüngeye sahip olması gerektiğini hesaplıyorlar.
Ve ilk olarak 1982 yılında NASA ‘dış gezegenlerin ötesinde gizemli bir nesnenin var olduğu kesindir’ şeklinde bir bildiride bulunarak X Gezegeni’nin varlığına ilişkin olasılığı resmi olarak kabul etmişti. Bir yıl sonra, uzaya yeni fırlatılan IRAS (Infrared Astronomical Satellite-Kızılötesi Astronomik Uydu), uzayın derinliklerinde büyük, gizemli bir nesne tespit etti. Washington Post, California JPL’den IRAS Projesi’nde görevli bir bilimadamı olan Gerry Neugebauer ile yaptığı röportajı şöyle özetledi: “Orion Takımyıldızı yönünde, bu güneş sisteminin bir parçası olabilecek kadar Dünya’ya yakın bir gökcismi bulunmuştur. Bütün söyleyebileceğim, bunun ne olduğunu henüz bilmediğimizdir.”
Nibiru'ya gelince: Astronomlar, neredeyse elli yıldır, güneş sisteminde, Pluton'un dışında, oldukça uzun yörüngeli bir gezegenin varlığından şüpheleniyor ve bu doğrultuda araştırmalar yapıyorlar. "Planet X" adı verilen bu araştırma içinde, Zecharria Sitchin'in Sümer metinlerinden çıkardığı bilgilerin doğruluğunun kanıtlanmak üzere olduğunu söyleyenlerde vardı. Şimdi Nibiru'nun büyüsü giderek daha çok insanı çekmeye başlıyor. Hele, gezegenin dünya yakınına bir daha ki geliş tarihinin aşağı yukarı 2012 yılına rastlayacağı tezi dikkate alınınca, heyecan daha da artıyor. Bilindiği gibi, Olmec ve Maya takvim sisteminin döngüler üzerine kurulu yapısında, merakla beklenen bir tarih var. Bu, Maya takviminde "13 Ahau" olarak adlandırılıyor ve bir daha ki 13 Ahau da 2012'ye rastlıyor..
Sitchin dünyanın her yerinde akademik çevrelercede sevgi ve saygıyla anılan çok değerli bir araştırmacı. Dahası, yaşamının kırk yılını Mezopotamya uygarlıklarına ait çivi yazısı tabletlerin derlenip okunmasına ve deşifre edilmesine vermiş. Yazıtlara gore, dünyamız, milyonlarca yıl önce "Nibiru" adlı bir gezegenle yaşadığı büyük bir çarpışma sonucu parçalandı ve bugünkü halini aldı. Dünyadan kopan parçalar, bugün Mars ile Jüpiter arasında yer alan asteroid kuşağını oluşturdu, bu arada çarpan Nibiru gezegeni de kuyrukluyıldız benzeri çift odaklı eliptik bir yörüngeye girdi Güneş Sistemi'nde. Bu yörünge, yaklaşık 3600 yıl sürüyordu. Sitchin teorisine daynak olarak dünyanın "amorf" yüzey biçimini gösteriyor: Eğer dünyadan okyanuslardaki suyu çeker
İşte, bundan 450 000 yıl önce, "Nibiru" ya da "Marduk" adlı bu gezegenden, bir grup ziyaretçi gelmişti dünyamıza. Sümerlerin büyük tanrısı Anu, aslında bu federasyonun başkanıydı ve onun tarafından dünyamıza bazı mineraller almak üzere yollanmış olan ekibe de "Annunaki" deniyordu. Başlarında, Sümer dininin en büyük tanrısı olan Enlil vardı. Enki, İnanna, Ninlil, Ereşkigal gibi diğer "tanrı"lar da aslında bu ekibin "beyin takımı"nı oluşturmaktaydı. Gelirken, yanlarında, madenlerde çalıştırmak üzere eğitilmiş iri cüsseli, devasa işçiler getirmişlerdi ki bunlar Tevrat'taki "Nefilim"e denk geliyordu. Bir süre sonra ağır şartlara isyan eden devlerin yerine, dünyadaki varolan en uygun yaratık seçilmiş, bu maymunsu yaratık üzerinde genetik işlemler uygulanarak "insan nesli" geliştirilmişti.
Annunakiler arasında, bu insanlarla ilişki kuranlar da çıkmıştı ve bir anlamda "melez tür" yaratma deneyleri yapılmıştı - aynı, Yaratılış bölümünde "Tanrının oğulları insan kızlarını eş olarak seçti" ayetinde söylendiği gibi. Tevrat'ın "Genesis" bölümünün 6. bölümünde adları geçen ve Tufan dan önce insan oğullarının kızlarıyla evlenen "Nefilimler" in 12.ci Gezegenden geldiği yazar. "Nefilim" sözcüğünün özgün anlamı "Tanrı'nın Oğulları veya Göklerden Gelen Devlerdir." Sitchin'e göre tarihsel bilgiler Kutsal kitapların içinde saklıdırlar.
Onbinlerce yıl bu insanları çalıştıran Nibiru sakinleri, yani "Annunakiler", İsa'dan önce 1600 dolaylarında, aralarındaki bir dizi karışıklık sonucu dünyadan ayrıldılar. Bir sonraki gezegen yörüngesi yaklaşımında, yani 3600 yıl sonra geri dönmek üzere. İşte Sitchin'in teorisi bu. Hemen tekrar belirtelim, bütün bu iddialar ünlü dil bilimcinin birer birer deşifre ettiği 5000 yıllık Sümer tabletlerinin çevirisine dayanıyor. Dahası, Sitchin'in anlattıkları, Tevrat dahil bütün eski dini kaynakların Sümer mitolojisinden esinlendiği yolundaki arkeoloji ve Sümeroloji görüşlerini destekliyor. Eski Sümer metinlerinde Nibiru gezegeninin, 3600 yılda bir dünyanın yakınına gelip sonra yine uzaklara doğru yöneldiğinden söz ediliyor. Bu dönemlerle ilgili anlatılanlar, hayli çarpıcı. Ünlü Sümer yaratılış destanı Enuma Eliş'te, Nibiru geldiği sırada dünyada olanlardan söz ediliyor ve Tanrılarının gezegeni yaklaşırken, dünyanın büyük depremlerle ve sellerle, kasırgalarla sarsıldığı anlatılıyor.
Kadim halklar, 12. Gezegenin periyodik yaklaşmasını; büyük karışıklıkların, büyük değişimlerin ve
yeni devirlerin bir belirtisi olarak dikkate almışlar.. Bu gün Eski Ahit’te , yağmurların, sellerin ve depremlerin zamanı olarak tasvir edilmektedir. Mezopotamyalı bilginler gibi Musevi kahinler de bu gezegenin Dünya’ya yaklaştığı ve insanoğluna görünür hale geldiği zamanı, yeni bir çağın öncüsü olarak değerlendirmişlerdir.
Bu konuyla ilgili çok detaylı ve zengin bilgi aktarımını, araştırmacı-yazar sayın Burak Eldem (2012 Marduk’la Randevu kitabının yazarı) Dergimizdeki “Babil Kulesi” sayfası altında sizlerin bilgisine sunacak..
Bu arada, NASA’nın açıkladığı ve SEDNA diye isimlendirdiği gezegenle ilgili gelişmeleri ve açıklamaları yakından takip etmeye devam edeceğiz. Umarız, NASA, UFO’lar konusunda ve daha birçok konuda izlediği gizlilik ve yanlış bilgilendirme politikasını bu konuda sürdürmez.


MAVİ KİTAP PROJESİ

1947 yazında Amerika’dan rapor edilen UFO gözlemlerinde yaşanan patlama sonrasında, ABD Hava Kuvvetleri Başkomutanı, Tuğgeneral Nathan F. Twinning’den Amerika semalarında dolaşan esrarengiz cisimlerle ilgili bir çalışma yapmasını istemiştir. 23 Eylül 1947’de Twinning, konu hakkında bir ön rapor hazırlamış ve Hava Kuvvetlerinin UFO’lar üzerine devamlı bir çalışma yapılmasını sağlayacak bir proje birimi oluşturmasını önermiştir. Twining ayrıca, ele geçirilen Alman dosyalarında bahsedilen test uçağının Amerikan hava sahasını istila eden cisimlerin kaynağıyla ilgili herhangi bir ipucu vermediğini de sözlerine eklemiştir. Twining’in raporunda ayrıca, UFO’ların rapor edilen performanslarının bilinen hava araçlarının çok çok üstünde olduğunu ve cismin Amerikan ya da Sovyet yapımı olamayacağını bildirmiştir
Bluebook Projesi
11 Eylül 1951’de, Yüzbaşı Edward J. Ruppelt, Grudge Projesi’nin başına getirildi. Bir ay sonra, Proje Grudge II adıyla yeni bir girişim başlatıldı ve projenin raporlama prosedürü, biçimi gibi yönleri yeniden organize edildi. Bir danışmanlık firması olan Batelle Hafıza Enstitüsü’nden, o güne kadar toplanan UFO raporlarını üzerinde istatistik bir çalışma yapması istendi. Mart 1952’de Grudge II, BLUE BOOK PROJESİ adıyla halka açıldı ve bunu takip eden 17 sene boyunca Hava Kuvvetleri’nin resmi UFO araştırma programı olarak kaldı.
Blue Book’un görevi Sign ve Grudge’dan tamamen farklıydı. Blue Book’un oynayacağı rol, 1952’de CIA tarafından düzenlenen bir panelde kararlaştırıldı. Robertson Paneli olarak da bilinen bu “UFO Konulu Bilimsel Danışma Paneli”nde UFO’ların dünya dışından gelip gelmediği ya da ulusal güvenliği tehdit edici bir yanlarının olup olmadığıyla ilgili kesin bir kanıt sunulamamasına rağmen, katılımcılar UFO raporlarının ulusal güvenlik açısından potansiyel tehlike arzettiğine karar verdiler.
Eğer Amerikan vatandaşları gökyüzünün güvenliği konusunda endişe taşıyorlarsa ve tanımlanamayan bir gök aracı istediğinde ABD hava sahasına dalıp ardından durdurulamadan ya da tanımlanamadan yoluna devam ediyorsa, bu, Amerika’nın dünya üzerindeki düşmanlarının kendi çıkarlarına kullanabilecekleri bir korku ortamı yaratabilirdi. Ayrıca, ABD’ye bir hava saldırsı yapılması durumunda, UFO raporları bildirimi nedeniyle sık sık tıkanan iletişim hatları, ulusal savunma için büyük önem taşıyacaktı. Bu kaygılardan dolayı, Robertson Paneli’nde halkın iyiliği için UFO olaylarının yalanlanmasına karar verildi. Bu Blue Book Projesi’nin oynamak zorunda olduğu bir roldü.
Yüzbaşı Ruppelt gibi bazı Blue Book liderleri, UFO problemine gerçekten de ilgi duyuyor ve kendilerine gönderilen olayları çözmek için büyük çaba harcıyorlardı. Yine de gözlemlere çoğu kez basit ve basma kalıp açıklamalar getirilmekteydi. Bu açıklamalar, dikkatlice yapılan araştırmalarla çürütüldüğünde ise, halkın Blue Book araştırmacılarının dürüstlüğüne ve zekasına olan inancı büyük ölçüde zarar görüyordu.
Hava Olayları Ulusal Araştırma Komitesi’nden Donald Keyhoe ve diğerleri, Hava Kuvvetlerinin UFO’larla ilgili gerçekleri örtbas ettiğini ve halktan gizlediğini duyurmaya başlayınca, UFO tartışmalarını takip eden insanlar için sadece iki olasılık kaldı: Blue Book araştırmacıları fazla zeki değillerdi ve tembellerdi, ya da hükümetin gizlediği bir şeyler vardı.
Blue Book Projesi devam ettiği süre içinde proje birimine toplam 12.618 UFO raporu bildirilmiştir. Bunların yüzde 18’i (701 olay) kayıtlara ‘tanımlanamaz’ olarak geçmiştir. Bu olayların yarıya yakını, yalnızca, ABD tarihindeki en şiddetli UFO dalgasını yaşandığı 1952 yılında bildirilen raporlardan oluşmaktadır
MESAJLAR


Alttaki mesaj internet aracılığıyla tüm dünyada bir çok kaynağa ulaştı ve hiç birinde yazarına ilişkin bir tanımlama yok. Dünya dışından olduğu söyleniyor ama kim ve nasıl aldı bilinmemekte. İster dikte edilmiş, ister kanal olarak alınmış veya dünya insanı tarafından yaratılmış olsun, özünde bu mesaj bize “doğru” geliyor. Aslında tamamı ortak seçimle ilgili. Biz galaktik vatandaşlığı mı seçeceğiz; yoksa korku, yadsıma ve güvensizlik ile giderek tükenen bir nesil olmayı mı? Seçimse tamamen bize ait.

“DÜNYAYI SADECE SEVGİNİN ÜSTÜNLÜĞÜ DEĞİŞTİRİR!”
“GÖRÜNMEMİZİN GEREKİP GEREKMEDİĞİNE KARAR VERİN!”
Bu mesajı size kimin yazdığının önemi yoktur ve zihninizde anonim olarak kalmalıdır. Önemli olan bu mesaja ilişkin ne yapacağınızdır! Her biriniz kendi özgür iradenizi kullanarak mutlu olmayı istersiniz. Özgür iradeniz sizin kendi gücünüz çerçevesindeki bilginize, mutluluğunuzda alıp verdiğiniz sevgiye bağlıdır. Gelişimin bu evresinde tüm bilinçli ırklar gibi sizler de kendi gezegeninizde kendinizi izole olmuş hissediyor ve bu durumun etkisiyle kendi kaderinize mutlak gözüyle bakıyorsunuz. Ama yine de küçük bir azınlığın farkında olduğu büyük bir değişimin eşiğindesiniz. Kendi seçiminizin dışında sizin geleceğinizi değiştirmek bizim sorumluluğumuzda değildir.

Bu mesajı dünya çapında bir referandum olarak alın. Ve yanıtınızı da bir oylama olarak düşünün. Biz kimiz? İnsanlığın binlerce yıldır tanık olduğu açıklanamayan göksel olaylarla ilgili ne bilim adamlarınız ne de dini liderleriniz ortak bir fikir oluşturabilmiş değiller. İnançlar ne denli saygı duyulur olsa da, doğruyu ve gerçeği bilmek için bu inanç filtrelerinin dışına çıkılması gerekir. Artan sayıdaki bilinmeyen araştırmacılarınız yeni bilginin yollarını keşfediyor ve realiteye çok yaklaşıyorlar. Bugün uygarlığınız içinde bir okyanus kadar büyük bilginin içinden özellikle sizi daha az üzecek kısmının çok küçük bir parçası ortaya dökülmüştür. Özellikle son elli yılda tarihinizde saçma veya inanılmaz görünen olaylar daha sıklıkla olasılık ve farkındalık alanınlarına girmiştir. Geleceğin daha da sürprizlerle dolu olduğunu bilin.
En iyiyi olduğu kadar en kötüyü de keşfedeceksiniz. Galaksideki milyarlarcası gibi bizler de “dünya-dışılar” olarak adlandırılan ve gerçekliğimizin fark edilmesi zor bilinçli varlıklarız. Sizinle bizim aramızda önemli bir fark olmadığı gibi iki taraf da evrimleşmenin belirli aşamalarını deneyimlemekteyiz. Herhangi organize bir yapının hiyerarşisi bizim iç ilişkilerimiz için de geçerlidir. Bir çok ırkların bilgeliği üzerine kurulmuş kendi hiyerarşimizin onayıyla sizinle iletişime geçmekteyiz. Bir çoğunuz gibi biz de Yüce Varlığı arama yolundayız. Bu nedenle bizler tanrılar değiliz, ya da daha az tanrı değiliz, ancak Kozmik Kardeşlik’te sizlerle hemen hemen eşit yerlerdeyiz. Fiziksel olarak bir biçimde sizden farklı olmamıza karşın, çoğumuz insanımsı görünümlüyüz.
Bizim var olduğumuz bir gerçek, ama henüz çoğunluğunuzun algılamadığı bir durum bu. Bizi anlamayı başaramadınız çünkü, bizim, çoğu zaman sizin duyularınız ve ölçümleriniz içinde görünmemiz olası değildi. İşte tarihinizdeki bu boşluğu bu anda doldurmaya niyet ediyoruz. Biz ortak bir karar almış bulunuyoruz, ama bu yeterli değil ve sizinkine de gereksinimimiz var. Bu mesajla sizler karar-alıcılar haline geleceksiniz! Biz neden görünür değiliz? Evrimin belirli aşamalarında kozmik “insanlık” bilimin yeni biçimlerini keşfederek, maddenin kolay anlaşılırlığının ötesine geçti. Yapılandırılmış demateryalizasyon ve materyalizasyon onların parçasıdır. İşte insanlığın birkaç laboratuvarda ulaştığı budur. “dünya-dışı” varlıklarla kurdukları yakın işbirliği ile tehlikeli uzlaşma, kimi temsilcileriniz tarafından sizden özellikle saklı tutulmuştur.

Havaya ya da uzaya ait objeler veya olağanüstülük diye tanımladığınız durumlar sizin bilimsel topluluğunuz tarafından anlaşılmış durumdadır. Sizin UFO’lar olarak adlandırdıklarınız aslında çok boyutlu yetenekleri olan uzay gemileridir. Bir çok insan bu tür gemilerle, görerek, işiterek, dokunarak veya medyumik bağlantılar kurdular. kimileri gizil güçler etkisinde bırakılarak sizi “yönetir” duruma getirildi. Sizin bu gemileri nadiren ya da kısa sürelerde görüyor olmanızın nedeni onların demateryalize olma özelliklerindendir. Siz gözünüzle görmediğinizin var olduğuna da inanmazsınız, bunu anlayışla karşılıyoruz. Gözlemlerin çoğu bağımsız bireyler tarafından yapılmıştı, ruhlarına ulaştı ama organize sistemi değiştirmedi. İnsanlığın oligarşisinde negatif çok boyutlu varlıkların rolü oldu, kendi güçlerinin tatbikatını yaptılar, kendi varlıklarını orada tutmak ve bilinmeyeni zapt etmek için sağduyu motive ettiler. Bizim için sağduyu, insanın özgür iradesine saygılı olmak ve böylece onların kendi meselelerinde kendilerine ait teknik, ruhsal olgunluğa erişebilmelerine izin vermek demektir.
İnsanlığın Galaktik uygarlıklar ailesine dahil olması çok önemlidir ve dört gözle beklenmektedir. Bizler gün ışığında geniş bir kitle halinde size görünür hale gelir ve sizin bu birliğe katılmanız için size yardım edebiliriz. Bugüne dek bunu yapmadık, çünkü içinizden çok azı bunu gerçekten istedi, cehalet vardı, kayıtsızlık veya korku vardı ve durumu haklı çıkaracak aciliyet söz konusu değildi.

Sizler zaman içinde karşılıklı katkılarla zenginleştirilmiş bir çok geleneklerin döllerisiniz. Hedefiniz bu kökleri ortak bir plan altında birleştirmektir. Kültürlerinizin görünüşleri sizleri birbirinizden ayrı tutmuştur, çünkü onu varlığınızda böyle içselleştirdiniz. Artık görünüş sizin için Süptil doğanızın özünden daha önemli hale gelmiştir. Bölgedeki güçler için görünüşe verilen önemin yaygınlığı herhangi bir tehlike karşısında siperler oluşturmaktadır. Ona yine zenginliği ve güzelliğiyle saygılı olmak ama görünüşlerin üstesinden gelmek gerekmektedir.

Bunu anlamak için ulaşabileceğiniz çözümler giderek artmaktadır. Yöntemlerden biri bir başka ırkla bağlantıya geçip gerçekte ne olduğunuzun size yansımasının imgelenmesidir. Nadir durumlar dışında, kendi yetenekleriniz içinde geleceğinize ait bireysel veya toplumsal kararlarınızda biz her zaman dışarda durduk, çok nadir durumlarda çok sayılı zamanlarda çok az katkımız oldu. Sizin derin psikolojik yanınızı kendi bilgimizle motive ettik. Sonuçta biz her gün adım adım özgürlüğün inşa edilmesi, varlığın kendisinin ve çevresinin farkındalığına uyanması, kısıtlamalardan ve uyuşukluktan giderek uzaklaşması kısmına ulaştık. Cesur ve istekli sayısız insan bilinçlerine karşın, uyuşukluklar, büyüyen merkezi gücün yararına yapay olarak oluşturuldu. Ama gelişmiş teknolojilerin büyümesi ve kullanılmasıyla insanlık kendi yazgısının kontrolünü giderek daha çok yitirmektedir. Dünyayı, insanları ve tüm canlıları ilgilendiren yaşam koşullarına ilişkin geri dönüşü olmayan öldürücü sonuçlar yaratılmaktadır. Hayatı yaşanabilir kılan olağanüstü yeteneklerinizi yavaş, ama kesin bir biçimde yitiriyorsunuz.
Bu gibi teknolojiler sizin zihniniz kadar bedeninizi de etkilemek için vardır. Böyle planlar yoldadır. Olası efendilerinizle karanlık niyettekilerin birlikteliklerine karşın, bu durum yine de kendi yaratıcı gücünüzü içinizde tuttuğunuzda değişip dönüşebilir. İşte bizim görünmez durmamızın nedeni budur. Her ne olacaksa artık o kırılma noktasına gelmiş durumdadır.

Fetihler hemen her zaman diğerlerine zarar vermek için yapılmıştır. Şimdi dünya herkesin birbirini tanıdığı ancak hala çatışmaların ve her türlü korkunun ısrarlı süre ve yoğunlukta yaşandığı bir köy haline dönmüştür. Çocuklarınızın eğitimi ve yaşam koşullarınız kadar sayısız hayvanın, bitkinin yaşam koşulları da sizin politik, finansal, askeri ve dini temsilcileriniz gibi az sayıdaki kişinin elinin altında tutulmaktadır. Oysa bağımsız bireyler olarak insanlar, yazık ki üzerinde ciddiyetle çalışamadıkları bir çok potansiyel yetenekleri de barındırırlar.
Gelişmenin harikulade olanakları boyun eğdirici ve yıkıcı tehditlere yakın durmaktadır. Bu tehlikeler ve fırsatlar şimdi var. Her ne kadar siz sadece size gösterileni algılasanız da, uzun-dönemli ortak projeyi başlatmak yerine doğal kaynakların sonunun getirilmesi programlanmış durumdadır. Kaynaklarınızın kıtlığı ve onların haksız dağıtımı, kaynaklarınızdan yararlanma bedeli gün be gün yükselecektir. Kentleriniz ve kırsal kesimlerinizin tam ortasında büyük çapta kardeş kardeşi öldürür durumlar yaşanacaktır malesef. Nefret ve kin daha çok büyüyor ve aynı şekilde “Sevgi” de öyle. Sizi çözümler bulmada kendinizden emin kılan budur. Ancak kritik kütle yetersizdir ve çok usta yöntemle baltalama işi düzenlenmiş durumdadır. Geçmiş alışkanlıkların ve eğitimin şekillendirdiği insan davranışları içinde var olan bir çeşit uyuşuk bakış açısı sizi çıkmaz sokağa götürmekte.

Barışın getirilmesi ve halklarınızın yeniden yapılanması kendi dışınızdaki uygarlıklarla uyum için atılacak ilk adım olmalıdır. Bugünkü kararlarınız, tarihinizin hiçbir döneminde olmadığı kadar önemlidir ve sizin yarın yaşamda kalmanızı anlamlı biçimde etkileyecektir. Bu kör koşuyu durduracak ortak ve birleştirici farkındalık nereden gelecektir? Belki de artık insanlık ailesiyle yüz yüze gelip onları tartmakta olan bu tehdit karşısında daha büyük bir etkileşim içinde olmanın zamanı gelmiştir. Yükselen büyük dalga ulaştığı yerden artık ortaya çıkmak üzeredir ve kendi içinde çok olumlu ve çok olumsuz ifadeleri barındırmaktadır.

Bir başka uygarlıkla kozmik kontrat yapmanın iki yolu vardır: temsilciler kanalıyla veya ayırım gözetmeksizin doğrudan bağımsız bireylerle. Birinci yol çıkarların savaşını, ikinci yol farkındalık getirir. Birinci yol, insanlığı kölelikte tutarak motive olan bir gurup yarışçı tarafından seçilmiştir ve bu nedenle de Dünya kaynaklarının kontrolünü, gen havuzunu ve insanın duygusal enerjisini elinde tutar.

İkinci yol, hizmet Ruhu nedeniyle ortaklık oluşturmuş yarış gurubu tarafından seçilmiştir. Biz, bizim tarafımızda, tarafsız nedeni onayladık ve kendimizi birkaç yıl önce insan gücünü temsil eden kişilere tanıttık, onlar bizim kendilerine uzanmış elimizi kendi stratejik görüşleriyle bağdaşmayacağı bahanesiyle reddettiler. İşte bu nedenle bugün temsilcilerin araya girmesi olmadan bireylerin kendi seçimlerini yapma zamanıdır.

Negatif varlıklar, bölme yöntemiyle görünenin arkasından yönetimlerini her türlü bedeli ödemeye hazır sürdürmektedirler, çünkü saltanatları söz konusudur! Aynı zamanda sizi yönetenleri de bölüyorlar. Güçlerini, içinizde yarattıkları güvensizlik ve korku yeteneklerinden alıyorlar. Bu, sizin kozmik doğanızı hatırı sayılır biçimde zedelemektedir. Eğer bu kişilerin yönlendirmeleri ve öğretileri kendi en üst noktasına ulaşmamış ve önümüzdeki birkaç yıl içinde sapkınlıkları ve öldürücü planları hayata geçecek duruma gelmiyor olsaydı bu mesajın da önemi olmayacaktı.

Onların belirledikleri sürecin sonu yakındır ve insanlık yakın dönemde büyük acılar çekecektir. Özgür iradenizin paha biçilmez değerinin farkında olun, size bir alternatif sunuyoruz. Size daha sağlıklı görünen bir evren ve yaşam, yapıcı etkileşim, dürüst ve kardeşçe ilişkiler, teknik bilgi, acının kökünü kurutmak, bağımsız güçlerin denetlenmiş çalışması, enerjinin yeni şekillerine ulaşabilmeniz ve sonuç olarak da bilinci daha iyi kavramanız gibi olanaklar sağlayabiliriz. Sizin ortak ve bireysel korkularınızı aşmanızı sağlayamaz, sizin seçmediğiniz yasaları sizin için oluşturamayız. Birey olarak ve ortak çaba göstererek kendi istediğiniz dünyayı yaratmak ve ruhun yeni göklerinin serüvenlerini yaşamak için kendiniz çalışmalısınız.
Böyle bir temasa geçmeye karar verirseniz, evrenin bu bölgesinde kardeşlik dengesinin koruyucusu olmanın büyük sevincini yaşayacağız. Karşılıklı ve verimli diplomatik alışverişler yanında kendi yeteneğinizi birleştirmenizin coşkusunu, başarınızın yoğun sevincini ve mutluluğunu duyacağız. Sevinç duymak evrende kutsal olarak tanımlanır. Peki size hangi soruyu soruyoruz? “BİZİM ORTAYA ÇIKMAMIZI İSTER MİSİNİZ?” Bu soruyu nasıl yanıtlarsınız? Ruhun gerçeği, telepatik yolla okunabilir.
Kendinize sadece bu soruyu açık biçimde sorup yine kendi seçiminize göre ister birey, ister gurup olarak yanıtınızı yine açık ve net olarak vermeniz gerekir. SORUYU SORMANIZIN AKABİNDE EVET veya HAYIR derken bir kentin merkezinde ya da bir çölün ortasında olmanız yanıtınızın değerini etkilemez! Sadece kendinizle konuşur gibi ama mesajı düşünerek bunu yapabilirsiniz.

Sadece birkaç kelime içeren bu evrensel soru kendi bağlamına konulduğunda güçlü bir anlam ifade eder. Bunu yaparken duraksayıp tereddüt etmeyin. İşte bu nedenle de sakin bir biçimde ve tüm vicdanınızı katarak üzerinde düşünmelisiniz. Yanıtınızın soruyla mükemmel biçimde birleşip bütünleşmesi için mesajı bir kez daha okuduktan sonra yanıtı vermeniz önerilir. Bunun için acele etmeyin. Nefes alın ve tüm özgür irade gücünüzün sizi sarmasına izin verin. Kim ve ne olduğunuzun onurunu duyun!
Sizi güçsüzleştiren sorunları birkaç dakika için unutun ki kendiniz olabilin. Ortaya çıkan gücü hissedin. Siz kendi denetiminizdesiniz. Tek bir düşünce, tek bir yanıt sizin yakın geleceğinizi öyle ya da böyle muazzam biçimde değiştirebilir. Kendi iç sesinize sorarak bizim sizin maddi alanınızda görünmemize ilişkin aldığınız bireysel ve bağımsız kararınıza bağlı olarak sizin maddi planınızda açık gün ışığında görünmemiz bizim için çok değerli ve gereklidir. Yürekten ve kendi isteğinizle yaptığınız içten dileğiniz, her zaman gönderdiğiniz kişilerce algılanır.

İnsanlığın doğuşunu Kardeşlikle kolaylaştırabilirsiniz. Sizin düşünürlerinizden biri bir keresinde şöyle demişti: “bana bir el verin-tutun ve ben Dünya’yı kaldırayım”. Bu mesaj yaygınlaştırıldığında el-tutmanın gücünü kazanacak, biz ışık-yılları uzunluğundaki maniveladakiler ve siz Dünya’yı kaldıracak ustalar... bizim ortaya çıkmamız önemlidir. Olumlu kararın sonuçları ne olabilir? Bizim için, olumlu ortak kararın sonucu gökyüzünüzde ve Dünya üzerinde bir çok gemimizin materyalize olmasıdır. Sizin için, böyle bir durumun emin olduğunuz şeylerden süratle vazgeçmenizi doğrudan etkileyecek olmasıdır. Basit, şüpheleri ortadan kaldıran görsel iletişim geleceğinize çok büyük ölçüde yansıyacak, daha çok bilgi, sonsuza dek değişmiş olacaktır.

Toplumunuzdaki kurumlar her alanda tamamen ve köklü değişimlere uğrayacaklar ve güç bireyselleşecektir çünkü bizim de yaşamakta olduğumuzu göreceksiniz. Kendi değerlerinizi somut bir biçimde değiştireceksiniz. Bizim gösterdiğimiz “bilinmeyen” karşısında insanlık tekil aileyi oluşturacaktır ki bizim için işin en önemli kısmı budur. Tehlike yavaşça eriyip evlerinizi terk edecek, çünkü siz dolaylı olarak istenmeyenin yani bizim “üçüncü parti” diye adlandırdıklarımızın karşısında bir güç oluşturacaksınız. Şimdiki durumda aç olan gülümseyemez, korku dolu olan bize hoşgeldiniz diyemez. Biz erkeklerin, kadınların ve çocukların içlerinde taşıdıkları ışığa karşın kendi bedenlerinde ve yüreklerinde yine de bu denli yoksunluk içinde olmalarından büyük üzüntü duyuyoruz. Bu ışık sizin geleceğiniz olabilir. İlişkimiz gelişmeye açıktır.
Durum her ne olursa olsun, siz kendi yüreğiniz ve ruhunuzun bilirkişisisiniz! Seçiminiz ne olursa olsun, saygıdeğerdir ve saygı görecektir. Kararınız ne olursa olsun onu ortaya koymalısınız. Siz kendi iç sesinize ve sezgilerinize sormalısınız. İşte asıl olan budur! Binlerce yıl sonra, bir gün, bu seçim kaçınılmaz olacaktı: iki bilinmeyenden birini seçmek.

Bu mesajı geniş kitlelere yayın. Bu sizin geleceğinizi ve milenyumlar ölçeğinde geri dönüşü olmayan tarihsel gidişi etkileyecektir. Aksi halde bir çok yıl, hiç değilse bir nesil sonraki bir zamana yeni bir fırsat olarak ertelenecektir, eğer hayatta kalırsa tabii. Seçmemek diğer kişilerin seçimi içindedir. Diğerlerini bilgilendirmemek, haberdar etmemek birinin beklentisine zıt bir sonucun ortaya çıkması riskini getirecektir. Kayıtsız kalmak birinin özgür iradesinden vaz geçmesidir. Hepsi sizin geleceğiniz için.
Evrende bireysel her bir istek önemsenir. Siz hala kendi yazgınızın mimarısınız...
BİZİM ORTAYA ÇIKMAMIZI İSTER MİSİNİZ? ….

 
MARS' IN GİZEMİ


Kırmızı gezegen Mars, uzun yıllardır merakın, tartışmaların ve çeşitli kuramların odak noktası olmuştur. Dünyanın en yakın komşusu Mars’ta yaşamın ya da bilinmeyen bir uygarlığın var olması ihtimali insanoğlunu büyülemeye devam etmektedir.
1976 yılında Mars’a gönderilen Viking uydusunun Cydonia bölgesinden yolladığı görüntüler bilim adamlarını şaşkına çevirmişti: Görüntülerde, gökyüzüne doğru bakan insan yüzüne benzer bir oluşum göze çarpmaktaydı. Bilim adamlarının çoğu bu görüntülere pek önem vermedi; eninde sonunda bu insanımsı yüz, Mars düzlüklerindeki oval biçimli bir katman üzerine düşen ışık ve gölgelerin oluşturduğu rastlantısal bir görünümdü. Uydunun görüntü çözünülürlüğünün pek yüksek olmadığını biliyorlardı, bu yüzden de ellerindeki bulanık, pürüzlü görüntünün gerçekte neye benzediğini söyleyemezlerdi. Kırmızı gezegenin bilim adamlarına çok daha ilginç gelen pek çok özelliği vardı, bu yüzden de “Mars’taki Yüz” olarak adlandırılan bu görüntü zamanla unutulup gitti. Sonuçta, Mars üzerinde herhangi bir zeki yaşam belirtisi yoktu, dolayısıyla da bu yüzün bilinmeyen bir varlık ırkı tarafından yaratıldığı düşüncesi pek mantıklı görünmüyordu.
Yoksa bu tutum yanlış mıydı? Viking uydusunun bu görüntüleri çekmesinden bir kaç yıl sonra, Goddard Uzay Uçuşları Merkezi’nden iki mühendis, Vincent DiPietro ve Gregory Molenaar, Mars’taki yüzü yeniden keşfettiler. Yüzün görüntülerinin basında yer alması halk arasında büyük heyecan yaratmıştı. Bu oluşum bir insan yüzüne o kadar çok benziyordu ki, NASA’nın görüntünün gerçek olmadığına yönelik açıklamalarına rağmen, pek çok kişi bunun gerçek olma ihtimali karşısında büyülenmişti. Yüz, Viking uydusunun güneş farklı açılardayken çektiği iki ayrı fotoğrafta belirmekteydi; her iki görüntüde de yüzün özellikleri aynıydı. Orantılar doğru gibi gözüküyordu. Görüntülerde yüzün, sağ yanı gölgede kalmasına rağmen, gayet simetrik olduğu göze çarpıyordu; doğal bir oluşuma hiç benzememekteydi.
Elektrik mühendisi ve deneyimli bir dijital görüntü uzmanı olan Mark J. Carlotto ve Kuzey Califoria’daki Sonoma Devlet Üniversitesi Felsefe Profesörü Stanley V. McDaniel gibi bir kaç bilim adamı, NASA’nın elindeki orjinal görüntüleri bilgisayar teknolojisinin de yardımıyla daha net bir hale getirerek ne anlama geldiklerini araştırma görevini üzerlerine aldılar. Bu netleştirilmiş görüntüler, yüzdeki diğer bir çok insanımsı özelliği daha gün ışığına çıkarmıştı. Bu insan benzeri yüz, bir tür kask giymiş gibiydi. Ağıza benzer görünümün içindeki dişler ve gözlerin irisleri görülebiliyordu. Yüzün dijital teknolojiyle oluşturulan üç boyutlu görüntüleri, resimde herhangi bir ışık ya da gölge oyunu olmadığına inananların savlarını desteklemekteydi. Bu da bizi asıl konuya getiriyordu: başka bir gezegendeki uygarlığa ilişkin kanıtlar…
Diğer esrarengiz keşifler
Bu mümkün olabilir miydi? Bu yüz, uzaylı bir ırk tarafından inşa edilmiş devasa bir anıt olabilir miydi? Eğer gerçekten dünya dışı bir ırk tarafından inşa edilmişse, neden bu kadar insanımsı görünüyordu?
Cydonia platosunda yapılan diğer keşifler, yüzü inşa edenlerin kimliği ve bunların dünya üzerindeki yaşamla bağlantıları konusunda ipuçları vereceğe benziyordu. Yüzün hemen batısında, yapay olduğu düşünülen bazı esrarengiz oluşumlar bulunmaktaydı. Bunlardan biri, yaklaşık 2 mil genişliğinde beş kenarlı bir piramitti ve yüze doğru işaret etmekteydi. Ayrıca, bir şehir kompleksine benzeyen oluşumlar da göze çarpmaktaydı. Bu üç yapı kusursuz bir ikizkenar üçgen oluşturacak şekilde düzenlenmişti.
Piramitler denince akla hemen gizemini hala koruyan eski Mısır uygarlığı gelmekteydi. Mars’taki piramitlerin keşfinden çok önceleri bile, bazı gruplar Mısır piramitlerinin uzaylılar tarafından ya da onların yardımıyla inşa edildiğini savunuyorlardı. Cydonia bölgesindeki piramitlerin keşfinden sonra, Yüz’ün varlığı ve taşıdığı anlam daha da önem kazandı.
Aslına bakılırsa, Cydonia piramitlerinin Viking uydusu tarafından çekilen görüntüleri ve Mısır Piramitlerinin havadan çekilen fotoğrafları dikkat çekici ölçüde birbirine benzemekteydi. Her iki gezegende de inşa edilmiş bu yapılar aynı antik uygarlığın eseri olabilir miydi? Bu teoriyi savunanlar, Mars’taki Yüz’ün pek çok yönden Mısır sfenkslerine benzediğini iddia ediyorlardı. Peki, Aynı varlık ırkı hem dünyada hem de Mars’ta yaşamış olabilir miydi? Bu ırk iki gezegende de zeki yaşamın tohumlarını mı atmıştı? Bu olasılıklar ve taşıdıkları anlam oldukça sarsıcıydı. Eğer gerçeği yansıtıyorlarsa bu, Dünya’daki yaşamın başlangıcı, insanlığın geçmişi ve evrendeki yerimiz hakkında şimdiye kadar inandığımız her şeyi alt üst edebilirdi.
Yüz Gerçekten Bir Yüz Mü?
Viking uydusu tarafından görüntülenen Cydonia’daki oluşum gerçekten de başlık takmış bir insan yüzüne benziyordu. Bu başlık bazı araştırmacılar tarafından Mısır ve Maya krallarının giydiği başlıklara benzetilmişti. Bu insan resminin yüz kısmının pürüzsüz olması bu kişinin ya genç bir erkek ya da bir kadın olduğunu düşündürüyordu.
Araştırmacı Richard Hoagland’a göre, Cydonia’daki bu androjen yüzün başındaki, süslü bir aslan yelesiydi. Yüzün bilgisayarda netleştirilmiş fotoğrafları incelendiğinde karanlıkta kalan kısım bir aslanın yüzünü andırıyordu.
Bazı araştırmacılar ise Yüz’ün Giza’daki sfenkslerin yüzüne benzediği söylemekteydiler. Hata bazı çevreler onun Turin’in kefenindeki yüz resmini andırdığını iddia ediyorlardı.
Peki ya Yüz’ün, Giza’daki muhteşem yapıların mimarı varlıklar tarafından inşa edildiği teorisi? Dünya üzerinde Mars’taki Yüz’e benzer şekilde inşa edilmiş antik bir anıt var mıydı? Öncelikle, Yüz çok büyük bir oluşumdu; yaklaşık 2.370 metre uzunluğunda, 1.900 metre genişliğinde ve 480 metre yüksekliğindeydi. Giza’daki Büyük Piramitle karşılaştırıldığında ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılıyordu; Büyük Piramit’in taban uzunluğu yalnızca 226 metreydi. Dünya üzerinde ölçüsel olarak Mars’taki Yüz’e en çok benzeyen oluşumlar Peru’daki Nazca düzlüklerinde görülen esrarengiz şekillerdi. Geniş Nazca düzlükleri üzerinde bulunan bu figürler o kadar büyüktü ki tam anlamıyla ancak havadan gözlemlenebiliyorlardı. Fakat yine de, Mars’taki yüz bu figürlerden çok daha büyüktü ve üç boyutlu bir oluşumdu.
Eğer Yüz gerçekse, Marslılar için iki yönden anlam taşıyor olabilirdi. Birincisi, Marslılar bu oluşumu havadan görme yetisine sahiplerse ve bu ırk hem Dünya’da hem de Mars’ta yaşamış bir ırksa, iki gezegen arasında uçuşlar düzenliyor ve Yüz’ü bir uçuş kulesi olarak kullanıyor olabilirlerdi. Bir diğer olasılık, Marslıların Yüz’ü, uzaydan ya da Viking gibi bir ziyaretçi uydu tarafından görülebilmesi için kasıtlı olarak inşa etmiş olmaları ihtimaliydi. Belki Yüz’ü dikkat çekici bir sinyal olarak kullanıyorlar ve bu sayede dünyalı kardeşlerine uzayda yalnız olmadıklarını anlatıyorlardı.
Carlotto, McDaniel ve Richard C. Hoagland gibi araştırmacılar komşumuz Mars’ta bulunan yüz, piramitler ve diğer esrarengiz oluşumlar üzerinde incelemeler yaparken ve ısrarla bunların zeki yaşam formları tarafından yapıldığına işaret ederken; çoğu bilim adamı bu tartışmaları görmezlikten gelmiş ve Mars’ı ziyaret edecek yeni bir uzay aracı üzerindeki çalışmalarına devam etmişlerdir.
1998 yılının bahar aylarında yeni uydu Mars Global Surveyor (MGS) Kırmızı Gezegen’e ulaşacak ve çözünülürlüğü Viking’inkinden çok daha fazla olan araçlarla Mars’ın detaylı bir haritasını çıkaracaktı. Yüz’ün gerçekliğine inananlar, bu sayede Yüz’ün ve piramitlerin gerçekten de yapay yapılar olduğuna dair daha fazla kanıt elde edileceğini düşünerek heyecanlanıyorladı. Fakat, bu sırada NASA tarafından alınan karar pek çok kişiyi şoka uğrattı: Global Surveyor’ın haritalandırma görevini sınırlandırılmıştı; NASA, en azından o an için, Cydonia’daki oluşumların yeni görüntülerini almak niyetinde değildi.
Peki neden? Uzay ajansımız nasıl olur da insanlık tarihinin en önemli keşfi olabilecek bu olayı kasıtlı olarak görmezden gelebilirdi? En azından, Yüz’ün zeki yaşam formları tarafından inşa edilmiş bir yapı olduğu yönündeki iddiaları çürütmek için Cydonia’yı yeniden görüntülemeliydiler. NASA’daki bilim adamları bu sorulara, Cydonia’nın araştırmalarında öncelik taşımadığını söyleyerek cevap verdiler. Cydonia’daki oluşumların yapay olduğu düşüncesini ciddiye almıyorladı; onlar için Mars üzerinde jeolojik açıdan Cydonia’dan daha çok önem taşıyan bölgeler vardı.
Fakat NASA, bu kararı yüzünden halkın geniş protestosuyla karşılaşacaktı. Pek çok kişiye göre, NASA’nın bu yaklaşımı birşeyler gizlediğini göstermekteydi. Halkın yoğun baskısı, NASA’nın bu konuda yumuşamasını ve Cydonia bölgesini yeniden görüntülemeye karar vermesini sağladı.
Nisan 1998’de MGS, Cydonia bölgesinin Yüz’ü ve piramitlerden birini içine alan kısmını yeniden görüntüledi. Internet üzerinden de yayınlanan bu görüntüler, bu yapıların jeolojik süreçler sonucu oluşmuş katmanlardan çok mimari yapılara benzediklerini ortaya koymuştur.
Sonuçta NASA, istemeyerek de olsa, bize Mars’ta yaşamış bir uygarlığa ilişkin kanıtlar sunmuştur. Bu kanıtlar, Richard Hoagland gibi teorisyenler tarafından tüm yönleriyle tartışılmış; Mars ve Mars’ta yaşam üzerine yeni teoriler üretilmiştir. Yüz, piramitler ve şehir kompleksi gibi yapay görünümlü oluşumların bulunduğu Cydonia bölgesinin jeolojik yapısı üzerindeki incelemeler, bu bölgenin eskiden sığ bir içdenizle kaplı olduğunu ve bu denizin şehrin sınırlarına kadar uzandığı ortaya çıkarmıştır. Yüz’ün bilgisayarda netleştirilen fotoğraflarında gözbebekleri, ağız içindeki dişler gibi şaşırtıcı detaylar göze çarpmıştır. Beş kenarlı piramit detaylı olarak incelendiğinde, köşelerindeki destekler gözlemlenebilmektedir. Eğer NASA’daki bilim adamları bu bulguların ne anlama geldiğini açıklasalardı, belki de detaylar hakkında bu kadar çok teori üretilmeyecek ve gerçekler tartışılacaktı. Fakat NASA, Cydonia bölgesi hakkında hala sessizliğini korumaktadır.
Richard Hoagland’ın “Mars’ın Anıtları” adlı kitabının önsözünde araştırmacı Richard Grossinger, Mars’taki bu keşfin zamanlılığına ve dünya üzerindeki etkisine ışık tutmaktadır: “Richard Hoagland, bizi Yüz’ün varlığını kabul etmemeye iten şeyin korku ve ilgisizlik olduğuna inanıyor. Onun doğal mı yoksa yapay mı olduğu hakkında bile tartışmak istemiyoruz. Doğamızdaki birşeyler kendimizle bu şekilde yüzleşmemize izin vermiyor; sonuçta bunun yansımaları Batı biliminin katı papazlığına ve Batılı din yetkililerine zarar verebilir. Eğer Mars’ta bir insan yüzü varsa, bu alışılmış herşeyi silip süpürebilir. Mars’ta bir yüz bulunması, insanlık tarihinin bu noktasında ve varolan bunalımların ortasında o kadar beklenmeyen bir şeydir ki, bunun varlığının onaylanması önümüzde yepyeni yollar açacaktır.” Grossinger’in bu yorumu hem Cydonia fenomeninin insan ruhu üzerindeki etkisini yakalayışı bakımından, hem de bunun dini düşünce kurumları için ne anlama geldiğini anlatması bakımından oldukça dikkat çekicidir.
Cydonia bölgesi hakkında açıklama yapmasa da Mars’a olan ilgisini kaybetmeyen NASA, 2005’te Mars’a yeni bir uydunun gönderileceğini ve bu uydunun çözünülürlüğü Surveyor’dan oldukça yüksek bir kamera taşıyacağını duyurmuştur. Her ne kadar 2005’teki bu gelişmenin bize çok şey öğreteceği bir gerçekse de, Cydonia bölgesindeki yapıların doğal mı yoksa yapay mı olduğu kesin olarak ancak astronotların Mars’a ayak basmasıyla anlaşılabilecektir.
Mars üzerinde uzaylılar tarafından inşa edilmiş yapıların bulunması ihtimali bilim tarihi için bir dönüm noktasıdır. Mars üzerinde –zeki ya da mikrobiyal- bir yaşamın varlığı hala kesin olarak kanıtlanamamakla birlikte, hiç de uzak olmayan bu olasılık insanoğlunu büyülemeye devam etmektedir.