28 Mart 2012 Çarşamba

YECÜC MECÜC UZAYLILAR

Bismillâhirrahmânirrahîm
83. (Resûlüm!) Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.
84. Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.
85. O da bir yol tutup gitti.
86. Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında (orada) bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz: Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.
87. O, şöyle dedi: «Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o, Rabbine gönderilecek; sonra Allah da ona korkunç bir azap uygulayacak.»
88. «İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz.»


89. Sonra yine bir yol tuttu.
90. Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.
91. İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık.
92. Sonra yine bir yol tuttu.
93. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.
94. Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Ye'cûc ve Me'cûc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi?
95. Dedi ki: «Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.»
96. «Bana, demir kütleleri getirin.» Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): «Üfleyin (körükleyin)!» dedi. Artık onu kor haline sokunca: «Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim» dedi.
97. Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler.
98. Zülkarneyn: Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vâdi gelince, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vâdi haktır, dedi.
TDV Meali
Yukarıdaki Mealde manalar doğrudur. Kuranın tamamına yanlış meal verilmemiş ama büyük bir kısmında mealler yanlış verilmiş.Şimdi kehf suresinin derin manalarını içeren sırlarına bakalım
Kehf suresinin sırlarını yazmakla bitiremeyiz. Bu sure Ledün ilminin giriş kapısıdır. Bu surede geçmiş zamanların ve gelecek zamanların boyutları arasında yaşayan İnsanların ve diğer varlıkların kaderlerinin anlatıldığı levh-i mahfuzun örtülü sayfaları vardır. Kehf suresinin manevi gözleri bu olaylara bakar derinlerden gelen sesler, lafızlar bu surede duyulur. Daha önceki yazılarımızda Hz. Zülkarneyn den bahsetmiştik. Bu Muhteşem Zat, Zamanlar arasında ve Kainatta seyahat eden ve Allahu Tealanın kendisine bahşettiği “SEBEB” sırlarına derin vakfiyeti bulunan bir Peygamberdir. SEBEB, Zamanlar arası ve Kainatta Gezegenler arasında seyahat etme vasıtasıdır. SEBEB iki şekilde kullanılır. Birincisi; yedi bedenin ayrı ayrı Nur Bedenlere ayrılması ile olur. İkincisi; madenleri uzay gemilerine ve madenden ışığa çevirmekle olur. Hatta Sebeb le bütün Elementlerin yapılarına hükmedilir yapıları değiştirilir. Çünkü Sebebe sahip olan Allahu Tealanın Halifesidir. Hz. Zülkarneyn de öyle idi. Hala o haldedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ve yes'eluneke an zil karneyn kul seetlu aleyküm minhü zikra
Kehf-83

“ Sana Zülkarneynden sorarlar deki size ondan bir kıssa anlatacağım”
Kehf-83

İnna mekkenna lehu fil erdı ve ateynahü min külli şey'in sebeba
Kehf-84

“Muhakkakki biz onu Sebeble güçlendirdik. Yerde (ve Kainatta) ona her kuvveti verdik”
Kehf-84

Ayette de anlaşıldığı gibi Allahu Teala, Zulkarneyn As a yerde ve gökte görevlerini sürdürebilmesi için SEBEB vasıtasını vermiştir.

Fe etbea sebeba
Kehf-85

“sebebe tabi oldu”
Kehf-85

Bu ayette Zülkarneynin as. Sebebe tabi olmakla Sebebin gücüne sahip olduğu anlatılyor yani Hz. Zülkarneyn yerde ve gökte Allahın izniyle dilediğini yapabilir kuvvete sahip olmuştur.

Hatta iza belağa mağribeş şemsi vecedeha tağrubü fı aynin hamietiv ve vecede ındeha kavma kulna yazel karneyni imma en tüazzibe ve imma en tettehıze fıhim husna
Kehf-86

“Güneşin uzak olduğu ve ısısının tesir etmediği bir gezegene varınca orada volkanın akıntısında ısınan bir toplum buldu dedikki; Ey Zülkarneyn dilersen onları bu yerden Kurtarırsın dilersen orada bırakırsın”
Kehf-86

Hz. Zülkarney o toplumu o gezegenden alarak SEBEB e bindirip yaşanılabilir bir dünyaya götürmüştür. Gerekende buydu Peygamberler zayıflara düşkünlere merhametlidir.

Kale emma men zaleme fe sevfe nüazzibühu sümme yüraddü ila rabbihı fe yüazzibühu azaben nükra
Kehf-87

“(Zülkarneyn) dediki; zulmedenlere azap edeceğiz. Sonra onlar Rabbine döndürülür. Nakurun azabına uğrar”
Kehf-87

Bu Ayette Hz. Zülkarneyn Kurtardığı topluma hitaben bu sözleri söylüyor. Görev yaptığı dönemlerde Galaksimiz içerisindeki bir kısım Güneş sistemleri, zamanımızda olduğu gibi, galaksimizin merkezinde bulunan Karadeliğe (NAKUR) yakın bir yörüngede idiler. Buna bizim Dünyamızda dahildi. Kurtardığı topluma; “sizler iyilerden olmasaydınız sizi burada bırakmakla azap ederdik ve Nakurunda azabına uğrardınız diyor.
Hz. Zülkarneyn iyi Toplumlara iyilikle muamele  etmiştir. Kötü toplumlarada kötülükle karşılık vermiştir.

Ve emma men amene ve amile salihan fe lehu cezaenil husna ve senekulü lehu min emrina yüsra
Kehf-88

“Lakin kim salih amel işleyip Allaha yönelirse onlara mükafat olarak kolay anlaşılan güzel söz söyleyeceğiz”
Kef-88

Bu Ayete Allaha yönelenlerin o ilimleri kolaylıkla alabileceğine işaret var.

Sümme etbea sebeba
Kehf-89

“sonra yine Sebebe tabi oldu”
Kehf-89

Hatta iza belağa matliaş şemsi vecedeha tatlüu ala kavmil lem nec'al lehüm min duniha sitra
Kehf-90

“Güneşin aniden doğduğu yere varınca orada bir toplum buldu. Biz onlara Güneşin tesirinden korunacak bir gölgelik vermemiştik.”
Kehf-90

Ayete göre Zülkarneyn as öyle bir gezegene gidiyorki orada ne gölgesine sığınılacak bir dağ nede ağaçlar var. Oranın halkı direk güneş ışınlarına maruz kalıyorlar. İşte bu İnsanların vücut yapılarıda o iklime göre gelişmiştir. Haliyle büyük ve beyazı olmayan siyah gözlere sahipler ve güneşin ışınlarını yansıtacak kılsız vücutları vardı işte bu yer Yecüclerin yaşadığı gezegendi onların bir kısmı daha iyi yaşanılacak bir Dünya arayışında idiler bu sebeple o dönemde bizim dünyamızı istilaya başlamışlardı.  Mayalar döneminde Amerika kıtasını istila halinde idiler. Zülkarneyn as Yecüclerin nasıl bir yerde yaşadıklarını görmek için gitmişti.
 
Kezalik ve kad ehatna bima ledeyhi hubra
Kehf-91

“böylece biz onun yanındakilerden haberimiz vardı”
Kehf-91

Sümme etbea sebeba
Kehf-92

“sonra yine Sebebe tabi oldu”
Kehf-92

Hatta iza belağa beynes seddeyni vecede min dunihima kavmel la yekadune yefkahune kavla
Kehf-93

“sonra iki sed (dünya) arasında dolaşınca hiç söz anlamayan (yecüc ve mecüc kavmini) dünyada buldu”
Kehf-93


Kalu ya zel karneyni inne ye'cuce ve me'cuce müfsidune fil erdı fe hel nec'alü leke harcen ala en tec'ale beynena ve beynehüm seda
Kehf-94

“Dedilerki; Ey Zülkarneyn Yecüc ve mecücler Dünyamızda fesat çıkarıyorlar onlarla bizim aramıza bir set çekmen için sana ücret verelim”
Kehf-94

Yecüc ve Mecüc inançsız toplumlardır. Bizim dünyamızı mayalar ve Sümerler döneminde bir defa daha istila etmeye çalışmışlardır. Fakat Zülkarneyn as engeliyle karşılaşmışlardır.

Kale ma mekkennı fıhi rabbı hayrun fe eıynunı bi kuvvetin ec'al beyneküm ve beynehüm redma
Kehf-95

“Zülkarneyn; Rabbimin bana verdiği sebep sizin verginizden daha hayırlıdır siz bana tüm gücünüzle yardım edin onların geldiği (gök kapısına) sed yapayım”
Kehf-95

Resulullah Efendimiz gelmeden önce gök kapıları herkese açıktı. Kainatın içinden Dünyamıza art niyetli inançsız İnsanlar ve Cinler serbestçe geliyorlardı. Hata Cinler zamanın Kahinlerine göklerden bilgi getiriyorlardı. Saffat suresinde Allahu Teala bu olayı açık bir şekilde haber veriyor.
“Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk.
Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.
Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır.
Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder.”
Saffat-7-8-9-10 (TDV Meali)
Bu ayetlerin derin manalarını ileride açacağız İnşallah.
İşte o dönemde Zülkarneyn as sadece Yecüc ve Mecüclerin Dünyaya gelen yollarına sed çekmişti.
Atuni züberal hadıd hatta iza sava beynes sadafeyni kalenfühu hatta iza cealehu naran kale atunı üfriğ aleyhi kıdra
Kehf-96

“Büyük demir kütleleri getirin iki ucu aynı seviyede (pozitif ve negatif)  oluncaya ve manyetik rüzgar çıkıncaya ve demir kütlesi ateş halini alıncaya kadar dönderin. Onun ortasında (oluşan sinyali gök kapısına) boşaltayım”
Kehf-96

Bu Ayetin anlattığı şudur. Zülkarneyn as iki büyük demir kütlesini bir araya getirip bir milin üzerinde birbirine ters yönde döndürerek ki bu döndürme işlemini o yörenin halkı yapıyordu bir çeşit sağlam alaşımlardan yapılmış ateşe dayanıklı miller ve dişliler ili dev demir kütlesini ters yönde döndürüyordu bu cihazı Zülkarneyn as inşa etmişti.
Bu manyetik cihazdan çıkan ters sinyalleri gök kapısına yollayan Zülkarmeyn as o kapıya set çekmiş oldu. Böylece Yecüc ve Mecüc uzun müddet Dünyamıza gelemediler. Dünyada kalanlar ise öldürüldü. Öldürülen Yecüc ve Mecücler Mayaların yerleşim yerlerinde yerin yüzlerce metre altına gömüldü. Bugün Arkeolaoglar o derin mezarları keşfettiler binlerce kemik parçasını hala inceliyorlar.
 
Femestau ey yazheruhü ve mestetau lehu nakba
Kehf-97

“ O Seddi aşamadılar delemediler”
Kehf-97

Kale haza rahmetüm mir rabbı fe iza cae va'dü rabbı cealehu dekka' ve kane va'dü rabbı hakka
Kehf-98

“Deki Rabimin vaadi haktır vakti gelince Rabbim ( o Seddi)  deler”
Kehf-98

Ve vakit geldi o sed delindi.
Yecücler yaklaşık yetmiş sene önce Dünyayı ele geçirmeye çalışan gizli dünya devletinin yetkilileri ile temas kurdular. Amaçları onları kullanıp Dünyamızı istila etmektir. Yecücler boyları kısa olanlardır aynı kavmin birde uzun boyluları var onlarda Mecüclerdir.
Mayaların ve Sümerlerin tabletlerni ve bıraktıkları eserleri inceleyenler onların arasında Yecüc ve Mecüclerin katledilmeden önce bıraktığı mesajları buldular. Önemli bilgileri aldıktan sonra bu belgeleri yaktılar bu belegeleri yakan bir Papazdır.
Meksikonun ilk başpiskoposu Don Juan de Zumarrage dev bir otodafede eline geçebilen bütün yazmaları yakmıştır.
Daha sonra bu bilgiler Hitlerin eline kasıtlı olarak verildi uzaydaki Yecüclerle temas Kuran Hitler bu sayede ufo teknolojinse sahip oldu amaç Yecüclerin yardımı ile Dünyaya hakim olmaktı. Hitler Afrika kıtasını Yecüclere tahsis etti bu sebeple Afrikadaki savaşlarda milyonlarca İnsan katledildi. Ve Afrika fakirleştirildi ekonomik ve teknik gelişimi engellendi. Şuan aynı oyunu Amerikayı yöneten gizli güçler oynuyor. Yecüclere ve Mecüclere, teknoloji karşılığında Dünyaya yerleşmeleri için büyük imkanlar sağladılar.
İşte maya takvimin bu sene bitmesinin sebebi; Yecüc ve Mecüclerin 2012 de dönecekleri mesajı önceden verilmişti. Bu sene dönerlermi bilemem ama dikkat ederseniz 60 yıl önce tek tük görünen Yecüc milleti artık filolarla geliyorlar. Armegeddon savaşında dünya İnsanlarının en büyük düşmanı Deccalin gizli ordusu bu Yecüclerdir. Onlara ait bilgiler büyük bir titizlikle gizleniyor.
Bu düşmana karşılık Evrenin derinliklerinden inançlı bir kavim daha geliyor. Onlarda Huzuru Peygamberden aldıkları emirle yola çıktılar.
Allah yardımcımız olsun
Cafer İskenderoğlu

25 Mart 2012 Pazar

ENVİTENED ADASI VE ORTADAN ANİDEN KAYBOLAN İNSANLAR

 

Kenya’daki Rudolf Gölü’nün ortasında “Envitened Adası” bulunuyor. Yerel kabile “Dönüşü Olmayan Ada” diyor. Yerel halk bu adada yaşamıyor. Çünkü inançlarına göre ada, lanetli bir yer. 

İngiliz araştırmacı bilim kadını Vivian Fush 1935′te adayı incelemek üzere Kenya’ya gitti. Ekibinden iki kişi Martin Sheflis ve Bill Dayson adaya gittiler. 15 gün sonra hala dönmemiş olan iki araştımacıyı bulmak için adaya hareket eden bir kurtarma ekibi, iki araştırmacıdan tek bir iz bile bulamadan döndü. 

Yerel halk, Fush’a bu adada yaşayn insanların da aynen bu şekilde, bir gün aniden ana karaya gelmediklerini, adaya gidenlerin ise tamamen terk edilmiş bir “hayalet köy”le karşılaştıklarını anlattılar. Adanın esrarı ise bugüne kadar çözülemedi. 

Amerikan “History of Scientist” dergisinde de 30 Temmuz 1969′da Ontario’nun Picton kasabasında meydana gelen ve halen esrarını koruyan olaya geniş yer verildi. 30 Temmuz 1969′da, 13 yaşında bir çocuğun, güpegündüz, arkadaşlarıyla meydanda top oynarken, arkadaşlarının ve komşularının gözleri önünde yok olduğu anlatılıyor. Çocuk 2 gün sonra meydana yakın bir yerde yeniden ortaya çıktı. Tüm incelemelere rağmen çocuk, bu 2 gün içinde ne olduğunu hiç hatırlayamadı. 

Halen esrarını koruyan benzer bir olay ise “Betty ve Barney Hill Olayı”. ABD’nin New Hampsire bölgesinde Whitfield kasabasında yaşayan çift, Eylül 1961′de, tatilden evlerine arabalarıyla dönerken, yolda yok oldular. Çift, arabayla bir kasabayı geçer geçmez parlak bir ışık gördüklerini hatırlıyorlar. Ancak yok oldukları yerden 20 kilometre uzakta 2 gün sonra ortaya çıktıklarında, bu 2 gün içinde ne olduğunu, ne yaptıklarını hiç hatırlamıyorlar. Üstelik onların arkalarında seyraden 2 araç, Hill çiftinin araçlarıyla birlikte bir anda yok olduklarını doğruladılar. 

Hill çiftini ve yok olduklarını gördüklerini söyleyenleri inceleyen doktorlar, psikiyatri uzmanları ve hatta konuştukları astrofizikçiler bile tamamen sağlıklı olduklarını belgelediler. Ama olay esrarını hala koruyor. 

Moskovalı Oksana Volkova’nın hikayesi de günlerce Rus medyasını meşgul etmişti. Bir kış günü akşam saat 18.00 sularında markete gitmek üzere evinden çıkan Oksana’nın, alacakaranlıkta da olsa, sokakta bulunan 10 kadar kişinin gözleri önünde yok olduğu anlatılıyor. Oksana, üç gün sonra kendisini evinden 100 kilometre uzakta bulduğunu söylüyor. Ama oraya nasıl vardığını, üç gün boyunca ne yaptığını bilmiyor. Beyin MR’ı çekildi, testlerden geçirildi, hipnozla konuşturuldu ama başından geçenler aydınlatılamadı. 

Başkalarının gözleri önünde yok olan inasanlarla ilgili anlatılanlar, genellikle kuşkuyla karşılanır. Aynen Bermuda Üçgeni hakkında anlatılanlar gibi. Ama “Şeytan Üçgeni” olarak da bilinen “Bermuda Üçgeni”nde yok olan Amerikan savaş uçakları ve gemilerin izine bugün hala rastlanamadı. Bir açıklama da getirilemedi. Uçakların, gemilerin yok oluşunu bazı bilim adamları “oarada bir zaman kırılmasının ya da bir zaman fayının oluştuğu ve o anda orada bulunanların başka boyuta geçtikleri” şekilnde. Ne var ki bu tez da kanıtlanamıyor. 

Ancak son zamanlarda Rus ve İsveçli bilim adamlarının ortaklaşa yürüttükleri çalışmaları, “kuantum nakli” alanında ilginç sonuçlar verdi. “Kuantum nakli” ile biyolojik bir obje hakkındaki enformasyonun her mesafeye ani transferinin mümkün olduğunu keşfettiler. Deneyler sırasında fareler kullanıldı. Elde edilen sonuçlar hakkında sadece küçük bilgiler sızdı.
siriusufo.org dan

UZAYDAKİ DİĞER ADEMLER

Sebe suresinin ilk 9 ayeti müteşabihtir. Yani birden fazla anlamlar içerirler. Allahu Tealanın sözleri kul sözleri gibi tek manaya gelmez. Allahu Teala nın Kelamı Kainat içinde yankılanır. Kelamullah,  değdiği her kulağa ver her gönüle ayrı ayrı manalar yağmuru bırakır. Bu hal hem Allahu Tealanın Kelamının derinliğini hemde Kelamında ışıyan ilimlerini meydana çıkarır. Kuran Ayetlerinin en büyük mucizelerinden biri de budur. Her ana, her zamana, her asra ayrı manalarda, ayrı hitapları vardır. Hitap ettiği zamanda bir sonraki zamanların İlimlerine, Bilim dallarınada kapı açar. Bu Bilimleri yine kendi ayetleri içerisinde İnsanlık alemine bağışlar. İnsanlık alemi bu ilimlerin kıymetini bilirse ve Kurana sımsıkı yapışırsa asrının ötelerindeki ilim ve bilime sahip olur.



Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah'a mahsustur. Ahirette de hamd O'na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır.
2. Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni, oraya çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.
3. İnkârcılar: Kıyamet bize gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O'ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır).
4. Allah, inanıp iyi işler yapanları mükâfatlandırmak için (her şeyi açık bir kitapta tesbit etmiştir). Onlar için büyük bir mağfiret ve güzel bir rızık vardır.
5. Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de, en kötüsünden, elem verici bir azap vardır.
6. Kendilerine bilgi verilenler, Rabbinden sana indirilenin (Kur'an'ın) gerçek olduğunu bilir; onun, mutlak galip ve övgüye lâyık olan (Allah'ın) yoluna ilettiğini görürler.
7. Kâfir olanlar (kendi aralarında) şöyle dediler: Çürüyüp paramparça olduğunuz vakit yeniden dirileceğinizi söyleyerek haber veren kişiyi gösterelim mi?
8. «Acaba o, yalan yere Allah'a iftira mı etmiştir? Yoksa onda delilik mi var?» (dediler). Hayır! Ahirete inanmayanlar azaptadırlar ve derin bir sapıklık içindedirler.
9. Onlar, gökte ve yerde önlerine ve arkalarına bakmıyorlar mı? Dilesek onları yere batırırız, ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda (Rabbine) yönelen her kul için bir ibret vardır. (TDV Meali)
Yukarıda diyanet vakfının mealinden Sebe suresinin ilk 9 Ayetini alıntı yaptık. Bu manalar Müteşabih olan Sebe suresinin ön anlamlarıdır. Şimdi  bu dokuz Ayete bir başka mana açısından bakacağız.
Allahu Teala yerleri ve gökleri İnsanın istifadesine vermiştir. İnsan yerlerde ve göklerde Allahın Halifesidir. Allah, İnsanı kendi Ruhuna bağlamıştır. Yeri gelmişken kısaca Ruhtan bahsedelim.
“ Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!”  Hicr- 29
Hicr suresinin 29. ayetinde geçen “Nefahtü” kelimesini üfledim anlamında veriyorlar. Oysa Allahu Tealanın varlığı sınırsızdır. İlk bakşıta üflemesi için bir ağızı yada buna benzer bir uzvu olması gerekir Allah bunlardan münezzehtir ona hiçbir şekil ve sınır çizilemez. “nefahtü fihi min ruhi” Ruhuma bağladım, ruhumun dahiline aldım demektir. İnsana, Allahın Halifesi özelliğini veren bu haldir. İnsandan başka hiçbir varlıkta Ruh yoktur. Diğer varlıkların yaşam kaynağı; Ruhun tecellisi olan bir hayat kaynağıdır. Örnek verecek olursak İnsan ruhu Güneş ışığı gibi direk alınır. Diğer canlı Mahlukat ise Güneşin Aydan yansıyan ışığı gibidir dolaylı gelir. İnsan Allaha ait sonsuz Hayat kaynağı olan Ruha bağlandığı için ona secde edilmiş, Halife ünvanını almış ve Kainat İnsanın emrine verilmiştir. İnsanın Kainatta seyahat edip ufuklardaki Ayetlerden ilim alması Allahu Tealanın İnsana bağışladığı bir lütuf ve verdiği bir emirdir. Peki İnsanın Alemlerdeki bu tekamülünün nasıl olacağını Ayetler nasıl beyan ediyor?.

Bismillâhirrahmânirrahîm


“Elhamdü lillahillezı lehu ma fis semavati ve ma fil erdı ve lehüm hamdü fil ahırah ve hüvel hakımül habır”
Sebe-1

“Hamd Allahındır yerlere göklere yaydığı ne varsa onundur onun Hamdi geleceklerde de vardır. O Hakim ve her şeyden haberi olandır.”
Sebe-1

“Ya'lemü ma yelicü fil erdı ve ma yahrucü minha ve ma yenzilü mines semai ve ma ya'rucü fıha ve hüver rahıymül ğafur”
Sebe-2

“yere ineni yerden semaya yükseleni semadan yere ineni yerden semaya yükseleni bilir  Allah onlar için Rahim ve bağışlayıcıdr.”
Sebe-2

Bazı mealciler gökten ineni yağmur ve kar, yerde yükseleni ise buhar kabul etmişlerdir. Aslında bu Ayetlerde İnsanın Evrendeki seyahatinden bahsediliyor. Evrendeki Ademlerin çocuklarının birbirlerine olan ziyaret ve gidiş gelişleri bu Ayette yerden semaya yükselen İnsanlar (Resulullah Efendimizin Miracı gibi) ve Semadan yere İnen İnsanlar olarak anlatılmıştır. Allahu Teala göklerde seyahat eden İnsanları Rahmeti ile korur. O rahmet evrendeki kozmik ışınların İnsanın Nur bedenine zarar vermesini engeller. Dünyalar arası seyahatler, yaşam olan gezegenlere Ademlerin indirilmeleri ile başlamıştır. Ademlerin ve Eşlerinin Cennetten beden alemine, oradan Dünyalarına gönderilmesi Nur bedenleri ile olmuştur daha sonra Ademler diğer gezegenlerdeki Beden kardeşlerinden kız alıp damat vermişlerdir.
 
“Ve kalellesıne keferu la te'tınes saah kul bela ve rabbı le te'tiyenneküm alimil ğayb la ya'zübü anhü miskalü zerratin fis semavati ve la fil erdı ve la asğaru min zalike ve la ekberu illa fı kitabim mübın”
Sebe-3

“inanmayanlara deki; saati geldiğinde Rabbiniz, yerlerde ve göklerde en küçük yapıyı ve en büyük yapıyı bilen alim (leri) gönderecektir (çünkü o ilimler) açık kitapta kayıtlıdır.
Sebe-3

Zamanımız bu ayetin mucizesini yaşıyor. Yakın zaman kadar İnsan atom ve daha alt yapılardan, nano bilimden habersizdi bugün bilimsel olarak ayette geçen bu küçük yapıların sıralarını öğrenmek için henüz minicik bir adım atmış bulunuyoruz. Asıl dev bilimsel adımlar çok yakında gelecektir. Ayetin bahsettiği uzayın en büyük yapılarını ise Dünyanın yörüngesine yerleştirilen uzay teleskobu ile yeni görmeye başladık ama ancak trilyonlarından bir parçasını. Ayette bahsedilen Alimler ise Neml suresinin 40. ayetinde geçen “Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse” olarak Ayet ile tarif edilmiştir. Bu Alimlerden çağımızda binlercesi yetişecek ve İnsanlara zerrelerin daha alt alemlerini ve göklerin derinliklerini bildirip gezdirecek hatta zamanlar arası seyahatları yaptıracaklardır. İnşaallah.

“Li yecziyellezıne amenu ve amilus salihüt ülaike lehüm mağfiratüv ve rizkun kerım”
Sebe-4

“Allah salih amellerle (ve ilimler) iştigal eden kullarına mükafatıdır. Onlara (cahillikten) mağfiret ve (ilimlerden) rızıklar ikram eder”
Sebe-4

İnsan ve insan-ı kamil seviyesine çıkabilenlere bu ilimler Allahu Tealanın bir ikramı olacaktır.

“Vellezıne seav fı ayatina müacizıne ülaike lehüm azabüm mir riczin elım”
Sebe-5

“ayetlerimizi geçersiz kılmaya çalışanlara ise acı bir azap vardır”
Sebe-5



“Ve yerallezıne ütül ılmellezı ünzile ileyke mir rabbike hüvel hakka ve yehdı ila sıratıl azızil hamıd”
Sebe-6

“Ve Rabbinden (kalplerine) ilim indirilenler ( yerlerin ve göklerin gizledikleri ilimlerle)  Rabbinin Ayetlerinin Hak olduğunu gösterip doğru yola ulaştırırlar. O Aziz ve hamd sahibidir.”
Sebe-6

“Ve kalellezıne keferu hel nedüllüküm ala racüliy yünebbiüküm iza müzzıktüm külle mümezzekın inneküm lefı halkın cedıd”
Sebe-7

“inanmayanlara deki; (göklerdeki ilim rızıklarınızı arayacağınız ve oralarda seyahat edeceğiniz) vakit, Allah mutlaka sizi (ışık) zerrelerine ayırıp yepyeni bir yaratılışla yaratır”
Sebe-7

Everende İnsan fiziki bedeni ile gezemez. Fizik bedenin Oksijene ve gıdaya ihtiyacı vardır. Ayrıca Fizik beden ışık hızına ulaşamaz yanar yok olur. İnsan  Evrende Nur bedene geçer, Nur beden ışık hızından daha hızlıdır ve havaya suya ihtiyacı yoktur. enerji ve Nur bedene geçiş hallerini “altı günde yaratılış ve insan” kitabımızda detaylı anlatmıştık. Sebe suresinin 7. ayeti Nur bedene geçişi işaret ediyor

“Eftera alellahi keziben em bihı cinneh belillezıne la yü'minune bil ahırati fil azabi ved dalalil beıyd”
Sebe-8

“(buna) inanmayanlar Allaha iftira edip uyduruyor derler. O kimseler inanmazlar bu delilik derler. Onlar için (ilimden) uzak bir delalet ve azap vardır”
Sebe-8

Yukarıdaki ayet inanmayanlara açık bir cevaptır. İnsan çağımızda bu halleri yaşayacaktır.

“E fe lem yerav ila ma beyne eydıhim ve ma halfehüm mines semai vel ard in neşe' nahsif bihimül erda ev nüskıt aleyhim kisefem mines sema' inne fı zalike le ayetel li külli abdim münıb”
Sebe-9

“ onlar yerlere ve göklere yaydığımız (göklerde seyahat eden) kılavuzları görmüyorlarmı?. Eğer dilersek onları yerin dibine geçiririz. Göklerden üzerlerine (ışın) zerreleri yollarız. Bunlar Rabine yönelen kullar için birer ayettir.”
Sebe-9

Ayete bahsi geçen  “halfehum” kılavuz demektir. O kılavuzlar görev başındalar Allahu Teala onları yere düşmekten ve kozmik ışınlardan koruyor Kainatta onlar için zararlı ışınlardan korunmuş yollar yaratmıştır bu yol haritalarını bilmeyenler oralarda gezemezler. Yörüngeler gezegenlere yollar uzayın Alimlerinedir.

“içinde yörüngeler ve yollar olan göğe yemin ederim”
Zariyat-7

Kainatın Ademoğullarının bir kısmı bu yollardan bize doğru gelmek için yola çıktılar. Onlarla tanışmamız çok yakındır. Önümüzdeki zor günlerde belkide biz Müslümanların elinden tutup ayağa kaldıracaklar. Onların inançsız olanlarının bir dönem Amerikalılara bir dönem Almanlara teknik sırlarını verdikleri gibi…

Cafer iskenderoğlu
ifg

18 Mart 2012 Pazar

Sırlar Zamanı

İnsan,
İnsanın yaratılıştaki üstünlüğünü anlatmıştık. İnsana ait hayatların sırlarını, Rüyaların hakikatını, İnsanların yaratılışlarındaki devreleri ve daha birçok sırrı zamanımızın yenilenen çağında İnsana rehber olması için açıklamanın zamanı geldi. Anlatacaklarım ilk etapta size garip gelebilir. Zamanımıza  kadar üstü örtülmeye çalışılan Kur’an Ayetlerinin derinliklerinde bu sırlar zaten vardır. İnsan Kainatta yaratılan en üstün varlıktır. Allahu Tealanın İnsana nasıl son derecede önem verdiğini Bakara suresinde, Araf suresinde geçen şu ayetler çok açık anlatıyor.

“Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.”
Araf suresi-11



Alem-i Ervahta Meleklerin secde ettiği İnsan bu zamanda yaratılış amacının çok gerisinde bir hayat yaşıyor. Yeteneklerinin ve emrine verilen kainatın farkında değil. Bu halimizle bize Melekler secde edermi?
Esfeli safilinde bir hayat sürmemizin sebebi Allahu Tealanın İnsanı kendisine halife olarak yaratmasını ve üzerindeki emirlerini anlamamış olmasındandır. Artık bu basit hayattan gerçek hayata doğru bilinçlenme zamanıdır.
Allahu Tealanın Meleklere, “İnsana secde edin” emrini vermesindeki hikmetler sayısızdır. Bu hikmetlerin içerisinde Allahu Tealanın İnsana yüklemiş olduğu çok üstün yetenekler ve yaşamlar vardır. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi Allahu Teala her an yaratma halindedir. Rahman suresinin 29. ayeti Allahu Tealanın bu halini açıkça beyan eder. Allahu Teala, zamansızlık meydanında ve an içerisinde sonsuz defa AMA halinden isimleri ile tecelli eder, Kainatlar yaratır, yarattığı Kainatlara İnsanlar, Melekler, Cinler ve daha bilmediğimiz bir çok varlıklar yaratır akabinde; Bakara suresinin 156. ayetinde geçen,“inna lillahi ve inna ileyhi raciun” yani (Allahtan geldik, Allaha döneceğiz) süreci gereği yaratılan tüm varlıların kıyameti kopar ve yaratılanlar tekrar Ama haline döner bu hal sonsuzdur. Allahu Tealanın bu sonsuz defa tekrarlanan ve Amadan Amaya tecellisi sürecinde, bir AMA döngüsü içerisinde, bir İnsanı 16 defa yaratılır (bu konunun detaylı anlatımını yakında çıkacak olan kitabımda bulacaksınız) her yaratılmasında o İnsan boyutlar içinde yedi ayrı bedende tek bir hayat yaşar. Bir yazımızda daha belirtmiştik Allah tek tir ve tek olmayı sever. Bu sebeple yarattığı her varlığı çift yani birden fazla yaratmıştır. İşte sizlere aşağıdaki Ayetlerde geçen İnsanlarda ve yaratılmışlardaki çift çift yaratılmanın sırlarını vereceğim İnşaalah.
İnsanın yedi ayrı bedende yaşaması Hicr suresinin 87. Ayetinde anlatılmıştır. Mealdeki ilk mana doğrudur. Ancak Ayetteki derin manalardan bir anlamı şöyledir.

“Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur'an'ı verdik.”
Hicr-87 (tdv meali)

“Ve le kad ateynake seb'am minel mesanı vel kur'anel azıym”
Hicr-87

Hicr suresinin 87. ayetind geçen “seb’am” kelimesi yedi dir.  “minel” kelimesi “mekan, bir şeye başlama” anlamındadır. Bu manalar göre şu anlam bu ayete derin manalarından birini daha verir.

“ yemin olsunki biz sana yedi mekanda tekrarlanan (bedeni) ve kur’an el Azimi verdik”
Hicr-87

Resulullah Efendimizin Nübüvveti Kainatı kapsar, Kainat ve içindekiler ise Ayetler topluluğudur. Haliyle Kainat Kur’andır. Kainat 46 boyutludur. Kanatın ve İnsanın Ayetler topluluğu olduğunu bize Fussilet suresinin 53. ayeti çok açık anlatıyor bu ayette geçen “afak” kelimesi uzakları, Kainatı ve derinliklerini ifade ediyor.

“. İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz…”
Fussilet-53

Resulullah Efendimiz buyuruyorki; “sadık rüyalar nübüvvetin kırkaltı cüzünden bir cüzdür.”
Peygamberler ve Evliyaların çoğu yedi bedeninin farkındadır.
Resulullah Efendimizin bir kısım vahyi rüyasında aldığı malumdur.
Resulullah Efendimiz yeryüzünde uykuda iken “gece” ile temsil edilen ve bir başka alem de bulunan yedi bedeninden birinin İlahi vahyi alarak birbiri ile irtibatlı olan uykudaki bedenine malum olmuştur bu hale Rüya hali denir. Yani Rüya; İnsanın uykuda ya da uyanık iken yedi bedeninden biri ile yaşadıklarını uyanınca hatırlamasıdır. Uyanık halde yaşanan rüyalara Yakaza denir. Bu halleri Ayetler ile anlatalım. Meallerin büyük bir bölümü hatalı açılmıştır ancak Yasin suresinin ilk manası gerçeğe yakın verilmiştir. Müteşabih olan bu ayetlerin bir başka anlamlarını vereceğiz.

“Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı tesbih ve takdis ederim.” Yasin-36 (tdv meali)

“Sübhanellezı halekal ezvace külleha mimma tümbitül erdu ve min enfüsihim ve mimma la ya'lemun”
Yasin-36

“sübhan olan Allah onların yerdeki nefislerinden çiftler yarattı onlar bilmiyorlar”
Yasin-36

“Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler.”
Yasin-37 (tdv meali)

“Ve ayetül lehümül leyl neslehu minhün nehara fe iza hüm muzlimune”
Yasin-37

“ve onları gece (bedenlerinden) sıyırır çeker alırız bilinmeyen ayetlerimize”
Yasin-37
“Muzlimun” kelimesi “karanlıkta kalan” anlamı ile beraber “bilinmeyen” anlamındadır.

“Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.”
Yasin- 38 (tdv meali)

“Veş şemsü tecrı li müstekarril leha zalike taktdiyrul aziyzil aliym”
Yasin-38

“(işte bu) Aziz ve Alim olan Allahın takdiridir güneş (doğana kadar) akar (sürer)”
Yasin-38

“ Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner.”
Yasin-39 (tdv meali)

“Vel kamera kaddernahü menazile hatta ade kel urcunil kadiym”
Yasin-39

“ayışığında uyumayıp uyanık kalan menzilerinize takdir ettik sonra eski halinize döner”
Yasin-39

“kamer” kelimesi Ay anlamına geldiği gibi “ay ışığında uyumayan, uyanık kalan” anlamındadır. Yasin suresinin bu müteşabih Ayetlerinde Ay ve Güneşin Evrendeki hareketleri ve gece ile gündüzün anlatıldığı gibi derin manalarından birinde de İnsanın gece uyku sırasında bedeninden sıyrılıp alındığı ve bilmediğimiz yaşamlarımızla buluşturulduğu anlatılıyor. Uykuda o bedenlerdeki hatırlarımız uyanınca bize rüya olarak dönüyor.
İnsanlar herhangi bir zamanda rüya halinde değilde normal bir gününde yedi bedeninin biri veya birkaçı ile karşılaşabilir. Bu haller Haktır. Bu konuda yaşanmış bir örnek vereyim.
1993 yılında bir Abimin başından geçen olay şöyle cereyan etti. Öğlen Namazı için acele Camiye gidiyordu ama geç kalmıştı Caminin abdest alma yerleri hemen ana kapının merdivenlerinin kenarında cami duvarları boyunca dizilmişti. Abim, “nasıl olsa vakte yetişemedim cemaat dağılsın da Namazımı Camide rahat rahat kılarım” diye düşündü ve abdest alıp beklemeye başladı Cami cemaatı Namaz sonunda dağılırken Abimde merdivelerden inenler arasıda “arkadaşlara rastlarsam çay ocağında buluşalım” demek için cemaate bakıyordu. Birden merdivenlerde kendisini inerken gördü çok şaşırdı “acaba rüyadamıyım” diye düşünüp koluna bir çimdik attı hayır rüyada değildi derken kendisinin diğer bedeni karşısına gelip durdu bir müddet birbirine baktılar sonra konuşmadan ayrıldılar.
Bu konuda Muhiddin Arabi hz. lerinden bir bölüm sunmadan geçmek ayıp olur. Fütuhat-ı mekkiyede şöyle yazmıştır.
(Allahın büyüklüğü o arz içinde ortaya çıkmıştır. Hakkın kudretini müşahade edene Allahın büyüklüğü orada göründüğü gibi aklın imkansız saydığı pek çok şey o arzda mevcuttur. Orası Allahı bilen ariflerin gözlerinin baktığı yerdir ve orada dolaşırlar. Allah o arzın alemleri içinden bizim suretlerimize göre bir alem yaratmıştır ki o alemi arife gösterdiği vakit, arif nefsini onda müşahade eder. Kendisinden gelen bir rivayette Abdullah b. Abbas una benzer bir şeye işaret etmiştir. Abdullah b. Abbas “bu Kabedir ve ondört evden bir evdir” ayrıca “ yedi kat yerin her birinde bizim benzerimiz olan yaratıklar vardır. Hatta onların arasında benim gibi ibni Abbas vardır” demiştir. Keşif ehline göre bu rivayet doğrudur.)
Hz. Alinin kendi Cenazesini yıkayıp namazını kıldığı ve defnettiği söyenir.
Hatta birçok Evliyaullahın kendi cenazesine katıldığı bilinir.

“ Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır…”
Talak suresi-12

Yedi kat gök, Kainata bakarsanız sonsuzluğa bakmış olursunuz yedi kat gök göremezsiniz. Yerden yedi kat aşağısı Dünyanın mağma tabakasına iner. O halde yedi kat gök ve yedi kat yer ne demektir?
Yedi kat gök ve yedi kat yerin anlamı yerde ve gökte yedi kat iç içe olan zamanlardır. Yani zaman katlarıdır. Zaman katları soğan kabukları gibi iç içedir aralarındaki berzah dan dolayı birbirinden ayrılırlar. Rahman suresinin 19. ve 20. ayetlerinde anlatılan derin manalarından biri de zaman katmanlarının birbirine karışmamasıdır.

“İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.
Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.”
Rahman -19-20

Yaşadığımız şu an içerisinde iç içe yedi zaman var aynı beldede yedi ayrı toplum yaşıyor. Yedi bedenimizin her biri yerde ve gökte bu zaman sarmallarının içinde yaşarlar her biride aynı Ruha bağlıdır ayrı ayrı Ruhları yoktur. Aynı Akıl alemine bağlıdırlar ve hatırları aynı Lehf-i Mahfuzda toplanır. Her birinin iç içe üçer bedenleri vardır Altı günde yaratılış kitabında bu bedenleri anlatmıştık. Ashab-ı Kehf bu yedi zaman sarmalından birine saklandılar. Evliyaullah da ara sıra bu zamanlar arasında gezer. Zamanın gerisi yada ilerisine gitmek ayrı bir eğitim gerektirir ama aynı zaman içindeki yedi ayrı zamana rüya, yakaza yoluyla gidildiği gibi normal halde de gidilebilir.
Bizim Dünya İnsanı ne zaman hırsı bırakırsa, kavgayı savaşı sonlandırırsa, aza kanaat edip paylaşımcı olursa, nefsini terbiye edip İnsan-ı Kamil olma yoluna girerse bu yetenekleri ve daha fazlası varlığında hazır olacaktır.

“Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.”
Zariat-49

“Sizi çifter çifter yarattık.”
Nebe-8

Cafer İskenderoğlu

2 Mart 2012 Cuma

"UZAYLI" Alien Captured At Russian Machine Plant? 2011

UFO " Uk ESSEX" te kaydedildi Clear Footage Disc UFO Over Essex, UK 2012 Stabilized

Kutuplarda Antibiyotik Savaşları

 Kutuplarda Antibiyotik Savaşları



Emir Yıldız'dan Romanının 11. Bölümü: Kutuplarda Antibiyotik Savaşları


1 Mart 2012 13:29
font boyutuküçülsünbüyüsün





Kutuplarda Antibiyotik Savaşları

Osman Baba’nın anlattıkları karşısında dehşete düşmemek elde değildi. Bu halüsinasyon gıdaları duyduktan sonra hükümetin gdo ile ilgili hiçbir engellemede bulunmamasına hatta teşvik  bile etmesine çok hayıflanmıştım. Bir yere sürükleniyorduk ama… Herkes için geçerli değil belki ama halkımızın geneli; ne yediğine, ne de içtiğine dikkat ediyordu. Ayet adeta tecelli ediyordu: “Ekini ve nesli mahvedecekler!” Ekinlerimizi ve neslimizi kendi ellerimizle, idarecilerimizin kararları ile mahvediyorduk.
Osman Baba ile bu soğuk kış gününde yaptığımız çalışmalar oldukça verimliydi. Yeni bilgiler öğreniyordum. Önümde yeni kapılar açılıyordu adeta. Osman  Baba  ile oturduğumuz yerin manzarasına da doyum olmuyordu. Önümüzde; Kız Kulesi, Boğaz ve karşı kıyıda ecdat yadigârı muhteşem yapılar…
“Hadi bakalım, biraz da karnımızı doyuralım” dedi Osman Baba. Çantalarımızı alarak bulunduğumuz yerden çıktık. Havanın soğuk olmasına rağmen dışarıda yürümeye başladık. Denizin rüzgârı bizi daha da üşütüyordu. Ben Osman Baba’nın  çantasıyla kendi çantamı almış, Osman Baba’nın da koluna girmiştim. Üsküdar meydanına kadar bu şekilde yürüdük. Arka sokaklarda biraz ilerledikten sonra tarihi bir lokantanın önüne geldik.
Lokantadan içeri girdik. Kasada bulunan ve işyerinin sahibi olduğunu tahmin ettiğim yaşlı bir amca  Osman Baba’yı görünce oldukça şaşırmış ve sevinmişti. Hemen bulunduğu yerden kalkarak, Osman Baba’yı karşıladı. “Ooo efendim şeref verdiniz, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, buyurun buyurun,” diye bize yol gösterdi. Osman Baba: “Hoş bulduk Necip Efendi. Nasılsın, afiyettesinizdir inşallah?” dedi. “Çok şükür efendim. Himmetinize muhtacız,” diye cevap veren Necip Efendi, bir yandan da garsonlara talimat yağdırıyordu: “Oğlum, yukarıdaki masayı hazırlayın, hadi çabuk çabuk!”
Lokantanın üst katındaki masamız hazırlanmıştı. Osman Baba ile hazırlanan yere oturduk. Necip Efendi de başımızda bekliyordu.  Osman  Baba: “Sen işine bak Necip Efendi, arkadaşlar bize bakar,” dese de Necip Efendi söylenilenleri hiç duymamış gibi hareket ediyordu. Siparişlerimizi bizzat alarak aşağı kata indi.
Biraz sonra yemeklerimiz gelmişti. Osman Baba: “Necip Efendi, bak böyle yaparak bizi mahcup ediyorsun. Şurada biz de normal müşteri gibi yemeğimizi yiyelim. Sen işine gücüne bak. Biz Eren’imle biraz muhabbet edeceğiz. Muhterem Hanımefendi nasıl oldu?” diye sordu.
“Efendim, Önce Allah’ın izni sonra da sizin vesilenizle inşallah şifa buldu. Size hep dua ediyor.” Diye cevap verdi.
“İyi iyi, maşallah. Benden de selam söyle. Kendisini fazla yormasın.” Dedi.
Necip Efendi büyük bir saygı içersinde Osman Baba’yı selâmlayarak tekrar işinin başına döndü. Belli ki, Osman Baba ile Necip Efendi arasında  eskiye dayanan bir dostluk vardı.
Yemeklerimizi bitirmiş, çay içiyorduk. Dışarıdaki soğuktan sonra buranın sıcağı oldukça iyi gelmişti bize. Deniz kıyısından yürüdüğümüz için de iyice üşümüştük. Garsonlar ise patronlarından aldıkları talimatla adeta etrafımızda dört dönüyorlardı.
Osman Baba: “Eren evladım hep gdo’lardan, bu işin ne kadar zararları olduğundan bahsettik. Bir de istersen bu işin alternatif çalışmalarına bakalım. Nasıl bugün seni yormadık değil mi?”
“Estağfurullah Osman Baba. Asıl biz sizi yoruyoruz. Hakkınızı helâl edin.” Diye cevap verdim.
Osman Baba çantasını alarak bazı notlar ve eski gazeteleri önüne koydu: “Yok oğlum, yok. Biz yorulmadık, vakit varken bu anı değerlendirelim.” Dedi.
Hemen not defterimi çıkararak hazırlandım. Osman Baba elindeki notları karıştırdı. Bazılarını tekrar çantasına geri koydu. Masanın üzerinde; Osmanlıca Gazete, yeni tarihli bir gazete kupürü ile bir de küçük bir not kâğıdı kalmıştı.
Osman Baba anlatmaya, ben de not tutmaya başladım:
Antibiyotik Savaşı
“Bak evladım, Yaradan iklimleri değiştirdikçe, iklime bağlı coğrafi stratejiler de ister istemez kendiliğinden değişmiş oluyor. Özellikle kutuplar ve buzullar üzerinde hegemon güçlerin birtakım plan ve projeleri var. Buzullar sanıldığı gibi 1700’lü yılların sonu, 1800’lü yılların başında keşfedilmemiştir. İlk keşif aslında Piri Reis’in haritasında yer almıştır. Durum böyledir ama bu gerçek, ne yazık ki pek bilinmez.
Osmanlı’nın çöküş döneminde, İngiltere, büyük güç olarak dünya sahnesinde at koşturmaktadır. İngiltere bu gücünü dünyanın her alanında zorbalıkla kullanmıştır. İngilizler,  bu güçlerini kutuplarda da kullanmışlardır.
Eren evladım, ecdadımız yıkılış sürecinde bile öyle işler yapmıştır ki, bunlar pek anlatılmaz. Sultan Abdülhamit Han’ın yaptıkları bile bugün  pek bilinmiyor. Bazı kesimler özellikle gizliyorlar. Ama onların en uçta yeralan isimleri bile bugün  Abdülhamit'i 'büyük reformcu' ilân ediyorlar. Bugün birçok sanayi tesisinin, fabrikanın, hastanenin, üniversitenin, demir yolunun, elektriğin vs. temelleri onun zamanında  atılmıştır. Bunların çoğu hâlâ faaldir. Şimdi kutuplardan bahsediyoruz değil mi? Bak bunları yaz evladım, bugün bile yapamadığımız şeyi Abdülhamit Han, ta o zamanlar yapmıştır. Kutuplara bile el atmıştır. Bu konuda ciddi araştırmalar yaptırmış, yapılan araştırma ve keşifleri de dikkatle takip etmiştir.” Dedi Osman Baba.
Osman Baba’nın ses tonundan sinirlendiği hemen anlaşılıyordu. Onu artık yavaş yavaş daha iyi tanımaya başlamıştım. İmkân olsa da, onunla her gün beraber olsam. Onun anlattıkları ile ufkum açılıyor, olayları daha farklı yorumluyordum.
Biz sohbet ederken garsonlar da durmadan masaya bir şeyler taşıyorlardı: Tatlı, çay, meyve… Biz ise bir yandan çalışıyor, bir yandan da getirilenlerden yiyip içiyorduk.
Osman Baba eline Osmanlıca  gazeteyi alarak bana gösterdi:
“Bak bu 1908 tarihli Servet-i Fünûn gazetesi. Gazetenin bu sayısı hemen hemen tamamen kutuplara ayrılmış. ‘Peary’nin Kutup Seyahati’ olduğu gibi anlatılmıştır. Ecdadımız ta kutuplarda yapılan çalışmalara bile kayıtsız kalmamıştır. Bugün bile bunun yapıldığından emin değilim.

Niye kutuplardan söz ediyoruz? Bugüne dönük neleri bilmemiz gerekir? İşte bizim asıl bilmemiz gerekenler işin bir de bugüne bakan boyutudur. Kutuplar eriyip, dünya sular altında mı kalacak? Bu tür spekülasyonlar bu sıralar çok yapılmaktadır. İşin diğer bir yönü de henüz keşfedilmemiş enerji yatakları ile ilgili. Bunlar zaten bilinen şeyler. Ama biz işin şimdi  başka bir boyutundan söz edelim: Kutuplarda aralanılan diğer bir şey de bakteri/antibiyotiklerdir. Antibiyotik dediğimiz nedir: Bir mikroorganizma tarafından (bakteri, mantar, virüs, vb.) yapılan ve başka mikroorganizmaları öldüren veya üremelerine mani olan maddeler.
Bu çok önemli antibiyotiklerin kutuplarda olması, bu bölgelerde yapılan  araştırmaların daha da sıklaşmasına  neden olmuştur. Bu konuda bazı ülkeler, birbirlerine meydan okumakta, hatta savaşın eşiğine gelmektedirler.
Geçtiğimiz yıllarda  haberlerde de yer alan bir şey dikkatimizi çekmişti: Titanik Bakterisi.”
Osman Baba elindeki gazete kupurünü bana göstererek okudu. Haberde özetle şöyle deniliyordu:
“1912′de batan geminin enkazında, paslanan metallerden beslenen daha önce görülmemiş bir mikroba rastlandı. Halomonas Titanicae adı verilen bakterinin, paslanan demirlerin üzerinde oluşan ve buz saçaklarını andıran gözenekli oluşumlarda yaşadığı belirlendi.
Bu yeni bakterinin bu kadar önemsenmesinin nedeni ise, paslanan metallerin üzerindeki bu saçaksı oluşumların nasıl ortaya çıktığına ışık tutabilecek olması…”
Haberi okuduktan sonra Osman Baba anlatmaya devam etti:
“Değişen iklim şartları, doğadaki dengeleri de değişime uğratmaktadır. Canlıların metabolizmalarında ve insanların bağışıklık sitemlerinde de değişimler olmaktadır.
Bu değişimle beraber ortaya daha önce bilinmeyen yeni hastalıklar çıkmaktadır. Bu hastalıklara karşı geliştirilen antibiyotikler zaman zaman yetersiz kalmakta hatta bazı hastalıklarda hiçbir işe yaramamaktadır. Bazı hastalıkların mikropları ise Şeytani’ler tarafından laboratuarlarda üretilmektedir. Yani bir nevi biyolojik silahlar.  Bu laboratuarda üretilen hastalıklara karşı da  bilinen antibiyotikler tam manası ile çare olamamaktadır. Burada bir parantez açarak şunu ekleyelim. Geçtiğimiz günlerde ABD bir antibiyotikten çok önemli miktarda stok yapmıştır. Neden acaba?
İşte kutupların   bir özelliği ve önemi de burada ön plana çıkmaktadır. Kutuplarda şimdiye kadar bilinen antibiyotiklerden daha etkili antibiyotikler vardır. Aynı zamanda burada biyolojik silah olarak kullanılacak bakterilerin olduğu da aşikârdır. Bu konuda bilim adamları harıl harıl çalışmaktadırlar. Bunların bir kısmı da basına sızmıştır. ABD, Rusya, İngiltere, Japonya, Çin, Hollanda, Danimarka, Kanada, Norveç vs. ekipleri kutuplarda çalışmalar yürütmektedirler. Yapılan bu çalışmaların çoğu masum çalışmalar sınıfında değil. Orada birçok istasyon kurarak yıllardır çalışıyorlar. Özellikle ABD ile Rusya arasında ciddi bir rekabet var bu konuda. Putin’in sık sık o bölgeyi ziyaret etmesi  ve kutuplarla ilgili haberlerle gündeme gelmesi tesadüf değil.Çin'de bu bölgelerde artık ciddi araştırmalara başlamıştır. Bu bölge için özel denizaltı yapmıştır.
Meselenin diğer bir yönü de uzaydaki bakterilerin incelenmesidir. Bu konu da yine buzullarla alâkalıdır.
Türk Devlet’i, tıpkı Sultan Abdülhamit Han’ın yaptığı gibi bu meseleleri yakından takip etmelidir. Bugünkü teknik imkânları kullanarak muhakkak kutuplara araştırma gemileri göndermesi gerekir. Eğer bunu  tek başına yapamıyorsa, araştırma gemilerine ortak olarak, muhakkak bu çalışmaların içersinde yer almalıdır.”
Osman  Baba yine çok önemli bilgiler ve ipuçları vermişti bana. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştım. Ayrılık vaktinin geldiğini Osman Baba’nın çantasını toplamasından anlamıştım. Ben de notlarımı toparladım. Osman Baba’nın gösterdiği Osmanlıca Gazete’deki ilgi sayfaların fotoğraflarını çektim.
Osman  Baba’ya, Ankara’dan hediye olarak getirdiğim,  rengi sarı olan yün içlikleri ve Yavuz Selim’e aldığım gömleği verdim.

“Ne zahmet ettin evladım. Senin ta Ankara’dan kalkıp buralara, bu karda kışta gelmen zaten bizim için hediye, Allah razı olsun.” Dedi.

“Efendim, çam sakızı çoban armağanı. Bizleri hatırlatır inşallah,” dedim.

Osman Baba:

“Eren evladım, sen bizim gönlümüzdesin. Ben de senin tespih koleksiyonun için bir Osmanlı ateş kehribarı vereyim. Çektikçe bizi hatırlarsın” diyerek cebinden çıkardığı, eski olduğu her halinden belli olan bir tespihi bana verdi. Ben tespihi alarak öptüm, başıma koydum.

“Bu çok değerli bir tespih olmalı Osman Baba. Ben bunu almış kabul edeyim, siz de kalsın,” dedim.

“Senden değerli değil ya evladım. Ben onu sana verdim. Güle güle kullan, hadi koy cebine,” dedi.




 



Osman Baba'nın hediye ettiği tespih.(Sonradan saydım: Tespihin püskülleri 16 tane idi. Selam olsun erenlere...


Tespihi alarak çantama yerleştirdim.

Osman Baba ısrar etmeme rağmen hesabı kendi ödedi. Garsonlar da toparlandığımızı Necip Efendi’ye haber vermiş olacaklar ki, Necip Bey yanımıza geldi.

Osman Baba: “Allah razı olsun Necip Efendi. Bugün de bizi çok güzel ağırladın. Hakkını helal et.”

Necip Efendi: “Aman efendim, bizi ezmeyin bu kadar. Ne yaptık ki? Her zaman başımızın üzerinde yeriniz var. Daha sık bekleriz inşallah.” Diye cevap verdi.

Necip Efendi ile vedalaşarak lokantadan ayrıldık. Osman Baba ile bir süre yürüdükten sonra Üsküdar İskelesi’nin önüne geldik. Osman Baba bana sarılarak:

“Hadi evladım yolun açık olsun. Ben karşıya geçeceğim. Allah’a emanet ol. Hakkını helâl et.”

Ben de Osman Baba’nın elini öperek: “Aman efendim, asıl siz hakkınızı helâl ediniz. Dua edin bizlere, himmet ediniz.” Dedim.

“Dualarımızdasın Eren evladım. Hem ne demiş eskiler: ‘Hizmet ediniz ki, himmet bulasınız.’ Sen de hizmet ediyorsun. Hadi yolun açık olsun.” Dedi.

Osman Baba yanımdan ayrılarak hareket etmekte olan vapura bindi. Ben ise öylece bir müddet arkasından baktıktan sonra,  Ankara’ya doğru yola çıkmak için Harem’e yöneldim.


Erol Derman